NAMAZIN VÂCİPLERİ:

1- Namaza başlarken, yalnız ″Allah″ ismi ile yetinmeyip, büyüklüğü ifade eden ″Ekber″ sözünü de ilave ederek ″Allâhu Ekber″ demek vâciptir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مِفْتَاحُ الصَّلَاةِ الطُّهُورُ وَتَحْرِيمُهَا التَّكْبِيرُ وَتَحْلِيلُهَا التَّسْلِيمُ (ت عن على ه عن أبى سعيد الخدري)

″Namazın anahtarı temizliktir. Namaz içinde yapılması yasak olan şeyleri haram kılan, tekbir getirmektir. O şeyleri helal kılan ise selâm vermektir″[1]

Nihâye ve Mebsut’da; ″Namaz kılan kimse -Allâhu Ekber- diyerek namaza başlayınca mübah olan şeyleri kendine haram kılmış olur. Sanki insanlardan gâib olup, ne o insanlara, ne de insanlar ona konuşur. Selâm vermekle de sanki helale çıkmış olur″ denilmiştir.[2]

2- Namazlarda Fâtiha Sûresi’ni okumak vâciptir. Şöyle ki; farz namazların ilk iki rek’atında, vitir gibi vâcip ve nâfile namazların her rek’atında Fâtiha Sûresi’ni birer kere okumak vâciptir. Hasan bin Ziyâd’ın İmam-ı Âzam’dan rivâyetine göre; farz namazların üçüncü ve dördüncü rek’atlarında da Fâtiha Sûresi’ni okumak vâciptir. Tercih edilen görüş de budur. Bâzılarına göre de, farz namazların üçüncü ve dördüncü rek’atlarında Fâtiha Sûresi’ni okumak sünnettir.

İmam-ı Âzam’a göre; vâcibin terkiyle namaz bozulmaz. Yani dalgınlıkla vâcipler terk edildiğinde, namazın sonunda sehiv secdesi yapılır.

Namazda Fâtiha Sûresi’nin okunması hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ صَلَّى صَلَاةً لَمْ يَقْرَأْ فِيهَا بِأُمِّ الْقُرْآنِ فَهِيَ خِدَاجٌ فَهِيَ خِدَاجٌ فَهِيَ خِدَاجٌ غَيْرُ تَمَامٍ (د ن ه عن أبى هريرة)

″Kim namaz kılıp, içinde Ümm’ül-Kur’ân’ı (Fâtiha’yı) okumazsa, o namaz noksandır, o namaz noksandır, tam değildir.″[3]

Diğer üç imama göre ise, Fâtiha Sûresi’ni okumak farzdır. Bu konuda İmam Şâfîi der ki: ″Fâtiha’yı okumak farzdır. Bir harfi terk edilse, namaz bozulur. Farz olduğuna delil, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

لَا صَلَاةَ إلَّا بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ.

″Namaz, ancak Fâtihat’ül-Kitab’ı okumakla olur″[4] Hadis-i Şerif’idir.″

Hanefilerin delili ise, Allah’u Teâlâ’ın Sûre-i Müddessir, Âyet 20’de: ″Artık Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun! ″ diye geçen Kavl-i Şerif’idir. Hangi âyet okunursa câizdir. İmam Şâfii’nin delili, Haberi Vâhid’dir. Yani, tek kişi tarafından rivâyet edilen bir hadistir. Haber-i Vâhid’e dayanarak, kitaptan olan delil üzerine bir şey ziyâde etmek câiz değildir. Böyle Haber-i Vâhid ile amel etmek vâcip olduğu için, Fâtiha ile zamm-ı sûrenin vâcip olduğuna hükmedilir.

3- Zamm-ı sûre okumak vâciptir. Şöyle ki; farz namazların ilk iki rek’atında ve vitir gibi vâcip ve nâfile namazların her rek’atında Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre okumak vâciptir.

Bu hususta Ebû Said Radiyallâhu anhu şöyle buyurmuştur:

أُمِرْنَا أَنْ نَقْرَأَ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ وَمَا تَيَسَّرَ (د عن أبى سعيد)

″Biz (namazda), Fâtiha’ül-Kitap ile kolay gelen bir miktar (Kur’ân âyetini) okumakla emrolunduk.″[5]

Zamm-ı sûre; sûre bitiştirmek anlamına gelmektedir. Kavram olarak da, Fâtiha Sûresi’nden sonra bir sûre veya onun yerini tutacak üç kısa âyet veya uzun bir âyet okumaktır. En kısa sûre, Kevser Sûresi’dir.

Cemaatle kılınan namazlarda imamın kıraatı, kendisine uyanların kıraatinin de yerine geçtiğinden, cemaat Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okumaz. Eğer imam açıktan okuyorsa sükût ederek onu dinler, içinden okuyorsa da bir şey okumadan bekler.

Fâtiha’ya başka bir sûrenin veya âyetin ilâve edilmesi, diğer üç imama göre ise sünnettir.

4- Fâtiha’yı zamm-ı sûreden evvel okumak vâciptir.

5- Farz olan üç ve dört rek’atli namazlarda kıraatı (Kur’ân okuyuşunu), ilk iki rek’ata tâyin etmek vâciptir. Bu hususta Hanefilerin delili, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

اَلْقِرَاءَةَ فِي الْأُولَيَيْنِ قِرَاءَةٌ فِي الْأُخْرَيَيْنِ.

″Farz olan namazların ilk iki rek’atında okumak, son iki rek’at için de okumaktır″[6] Hadis-i Şerif’idir.

İmam-ı Âzam’a göre; ikinci rek’at birinci rek’at gibidir. Birinci rek’atta kıraat farz olunca, ikinci rek’atta da kıraat farz olur. Fakat üçüncü ile dördüncü rek’at, ilk iki rek’at gibi değildir. Çünkü onlar, seferî olunduğunda düşerler.

İmam Şâfii ise, ″Bütün rek’atlarda kıraat farzdır. Çünkü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

لَا صَلَاةَ إلَّا بِالْقِرَاءَةِ.

″Namaz, ancak kıraat ile olur″[7] buyurmuşlardır. Çünkü her rek’at, bir namazdır. Bu itibarla namaz kılmamaya yemin eden kimse, bir rek’at kılsa yemini bozulur″ der.

Hanefiler der ki: İmam Şâfii’nin amel ettiği Hadis-i Şerif’te geçen namazdan murad, şeriatta bilinen namazdır ki, en azı iki rek’attır. Bu sebeple bir kimse namaz kılmamaya yemin etse, iki rek’at namaz kılmadıkça yemini bozulmuş olmaz.

Hattâ bir kimse, dört rek’atli farz namazlarda, Kur’ân’ı okumayı unutarak, ilk iki rek’atta değil de son iki rek’atta veya ilk iki rek’atın biri ile son iki rek’atın birinde okumuş bulunsa, o kimsenin sehiv secdesi yapması vâcip olur.[8]

6- Secdede, alın ile birlikte burnu da yere koymak vâciptir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَمِرْتُ أَنْ أَسَجُدَ عَلَى سَبْعَةِ أَعْظُمِ: الْجَبْهَةِ وَأَشَارَ بِيَدِهِ اِلَى أَنْفِهِ وَالْيَدَيْنِ، وَالرُّكْبَتَيْنِ وَأَطْرَافِ الْقَدَمَيْنِ وَلَا نَكُفَّ الثِّيَابَ وَلَا الشَّعْرَ (خ م عن ابن عباس)

″Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Eliyle işâret ederek; alın ile burun, eller, diz kapakları, ayakların parmak uçları. Namazda ne elbiseleri, ne de saçı toplamayın.″[9]

7- Ta’dîl-i erkân’a riâyet etmek vâciptir.

Ta’dîl-i erkân’dan maksat; rükûda, secdede organların yerli yerine gelmesi, rükûdan sonra iyice doğrulmak ve iki secde arasında oturmaktır. Rükûdan sonra doğrulmaya ″Kavme″, iki secde arasında oturmaya ″Celse″ denir. Rükûdan doğrulmak ve iki secde arasında oturmak en az bir defa ″Subhânallâh″ diyecek kadar zamandır. Rükûda üç kere ″Subhâne Rabbiye’l-Azîm″ ve secdede üç kere ″Subhâne Rabbiye’l-A’lâ″ diyecek kadar durmak da vâciptir. İşte namazlarda ta’dîl-i erkân’a riâyet etmek, İmam-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre vâciptir. Tercih edilen görüş budur. İmam Ebû Yusuf’a göre ise farzdır, İmam Şâfii de aynı görüştedir.

8- İki secdeyi birbiri ardınca yapmak vâciptir.

Bir kimse bir secde yaptıktan sonra ayağa kalksa, ayakta iken ikinci secdeyi yapmadığını hatırlasa, derhal o secdeyi yapar ve tekrar ayağa kalkarak kaldığı yerden namaza devam eder. Fakat namaz sonunda sehiv secdesi yapar.

9- Üç ve dört rek’atlı namazların, ilk iki rek’atının sonunda oturmak vâciptir. Buna ″Ka’de-i ûlâ (birinci oturuş) denir.

10- İlk oturuşta teşehhütten sonra geciktirmeksizin üçüncü rek’ata kalkmak vâciptir.

Kişi birinci oturuşta ettehiyyâtüden sonra ayağa kalkmadan önce namazın rükûnlarından birini edâ edecek kadar gecikirse, farz olan kalkmayı geriye bıraktığı için sehiv secdesi yapması gerekir. Fıkıh âlimlerinin açıklamalarına göre; kişi ettehiyyâtüden sonra ″Allâhümme salli alâ Muhammed″ dediği takdirde, ayağa kalkma farzını geriye bırakmış sayılır ve sehiv secdesi yapması gerekir.

11- Birinci oturuşta ve son oturuşta teşehhüdde bulunmak vâciptir. Namazlarda selâmdan önceki oturuşa, Ka’de-i ahîre (son oturuş)″ denir.

Ashâb-ı Kirâm’ın teşehhüdleri ayrı ayrıdır. Hanefiler, İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’nun teşehhüdünü almıştır. Bu teşehhüdlerde mânâ değişmemekle birlikte küçük lafız farklılıkları vardır.

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’nun teşehhüdü şöyledir:

اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ. اَلسَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ اَلسَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللّٰهِ الصَّالِحِينَ. أَشْهَدُ أَنْ لَا إلٰهَ إلَّا اللّٰهُ. وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.

″Ettahiyyâtü lillâhi ves-selavâtü vettayyibât. es-Selâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtuh. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâh’is-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammed’en abduhû ve Resûluh.″

Her namazda okuduğumuz ″Ettahiyyâtü″ duâsı, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Mîraçta Allah’u Teâlâ ile konuşmasıdır.

Mîraçta ilk defa Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah’u Teâlâ’nın huzuruna çıktığında: ″Ettahiyyâtü lillâhi ves-selavâtü vettayyibât″ (Selâmım Allah’adır, salâvatım da Allah’adır) dedi. Allah’u Teâlâ’da: ″es-Selâmü aleyke eyyühennebiyyü″ (Selâmım senin üzerine olsun, Ey Benim Nebîm!) ″Ve rahmetullâhi ve berekâtuh″ (Rahmetim ve bereketim de senin üzerine olsun) diye karşılık verdi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâh’is-sâlihîn″ (Selâm üzerimize ve ibâdet edip amel-i sâlih işleyenlerin üzerine olsun) dedi. Bunları Cebrâil Aleyhisselâm Sidret’ul-Müntehâ’da dinliyordu. O da: ″Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammed’en abduhû ve Resûluh″ (Ben şahâdet ederim ki; Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur. Yine şahâdet ederim ki; Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah’ın kulu ve hak Resûlüdür) dedi.[10]

Yine Tahiyyat hakkında İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَخَذَ النَّبِيُّ عَلَيْهِ السَّلَامُ بِيَدِي وَعَلَّمَنِي التَّشَهُّدَ كَمَا كَانَ يُعَلِّمُنِي السُّورَةً مِنْ الْقُرْآنِ وَقَالَ قُلْ التَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, benim elimden tutup bana Kur’ân’dan bir sûre öğrettiği gibi teşehhüdü (Tahiyyat’ı) öğretti ve bana, ″Bunu sonuna kadar oku″ diye buyurdu.[11]

12- Vitrin son rek’atının kıraatı bitince, el kaldırıp tekbir almak ve Kunût okumak vâciptir.

Kunût, Allah’a övgüyü ve duâyı ihtivâ eden sözlerdir. Lâkin İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan rivâyet edilen şu sözleri (Kunût duâsını) okumak sünnettir:

اَللّٰهُمَّ إنَّا نَسْتَعِينُكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَسْتَهْدِيكَ وَنُؤْمِنُ بِكَ وَنَتُوبُ إلَيْكَ وَنَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ وَنُثْنِي عَلَيْكَ الْخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَلَا نَكْفُرُكَ وَنَخْلَعُ وَنَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ. اَللّٰهُمَّ إيَّاكَ نَعْبُدُ وَلَكَ نُصَلِّي وَنَسْجُدُ وَإِلَيْكَ نَسْعَى وَنَحْفِدُ نَرْجُوا رَحْمَتَكَ وَنَخْشَى عَذَابَكَ إنَّ عَذَابَكَ بِالْكُفَّارِ مُلْحِقٌ.

″Allahümme innâ nesteînüke ve nestağfiruke ve nestehdîk. Ve nü’minu bike ve netûbu ileyk. Ve ne tevekkelü aleyke ve nüsnî aleykel- hayra küllehû neşkuruk. Ve lâ nekfuruk. Ve nahleu ve netruku men yefcuruk.″ ″Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes’â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffâri mülhık.″

Mânâsı: ″Allah’ım! Senden yardım ister ve günahlarımızı bağışlamanı dileriz. Senden hidâyet üzere sâbit kalmamızı dileriz. Sana îman ederiz, Sana tevekkül ederiz. Tüm övgü vasıflar ile Seni överiz. Sana şükrederiz. Sana nankörlük etmeyiz. Sana muhalefetle isyan edeni başımızdan atarak terk ederiz.″ ″Allah’ım! Yalnız Sana ibâdet ederiz. Ancak Senin için namaz kılarız ve Sana secde ederiz. Koşmamız ve çabalamamız yalnız Sana yaklaşmak içindir. Senin rahmetini umarız. Senin azâbından korkarız. Şüphesiz Senin azâbın kâfirlere yapışır.″[12]

Kunût duâsını bilmeyenler üç defa, ″Allâhümmeğfirlî (Allah’ım! Beni bağışla) der veya ″Rabbenâ âtinâ…″[13] âyetini duâ niyetiyle sonuna kadar bir kere okur. Üç defa ″Yâ Rabbi!″ demesi de câizdir. Kunûtu okumayı unutup rükûya giden, artık Kunût’u okumaz. Namazın sonunda, sehiv secdesi yapar.

13- Bayram namazında her rek’atında fazla olan tekbirleri almak vâciptir. Bu namazların birinci rek’atlarındaki rükû ve secde tekbirleri ise sünnettir. İkinci rek’atlarının rükû tekbirleri ise, vâcip olan ziyâde tekbirlere yakın olduğu için o da vâciptir.

14- Cemaatle kılınan namazlarda sabah, cuma, bayram, terâvih, vitir namazlarının her rek’atında, akşam, yatsı namazlarının ilk iki rek’atında cemaate işittirecek şekilde, öğle ve ikindi namazlarının bütün rek’atları ile akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının üçüncü ve dördüncü rek’atlarında, gündüz kılınan nâfile namazların her rek’atında gizli okumak vâciptir. Tek başına kılan kimse, imamın açıktan okuduğu akşam, yatsı ve sabah namazlarında serbesttir. Geceleyin nâfile kılan gibi dilerse gizli, dilerse açıktan okur. Fakat öğle, ikindi namazları ve gündüz kılacağı nâfile namazlarda gizli okuması vâciptir.

Kazâya kalan bir namaz, gündüz cemaatle kılındığı takdirde, eğer sabah namazı gibi âşikâre okunması gereken bir namaz ise, yine âşikâre okunur. Gizli okunması gereken bir namaz ise, gizli okunur. Tek başına namaz kılan ise serbesttir. Âşikâre okunması gereken bir namazı kazâ ederken, dilerse hem âşikâre, hem de gizli okuyabilir. Bir rivâyete göre ise, serbest olmayıp, gündüz kazâ edeceği herhangi bir namazda gizli okuması vâciptir.

15- Namazlarda secde âyeti okunduktan sonra üç âyet miktarı okunursa, tilâvet secdesi yapmak vâciptir. Yani namazda secde âyeti okunursa, eğer bundan sonra üç âyet miktarından çok okunmazsa, yapılacak namazın secdesi ile bu tilâvet secdesi yerine getirilmiş olur. Fakat üç âyet miktarından çok okunacaksa, bu secde âyetinden dolayı hemen sâdece onun için secde edilmesi gerekir. Namazın secdesi ile bu secde yapılmış olmaz. Sonra tilâvet secdesini yapınca hemen kıyama kalkar ve en az üç âyet miktarı daha Kur’ân okuduktan sonra rükû ve secdeye gider. Bu hususta daha geniş bilgi için ″Tilâvet secdesi″ bölümüne bakınız.

16- Namazda şaşırarak veya unutarak farzın tehiri (geciktirilmesi) veya vâcibin terk ve tehirinden dolayı sehiv secdesi yapmak vâciptir.

17- Namazların sonunda selâm vermek. Yani önce sağ tarafa, sonra sol tarafa yüz çevirerek ″Esselâmü aleyküm ve rahmetullah″ demek vâciptir.[14] Bu hususta İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ النَّبِيَّ عَلَيْهِ السَّلَامُ كَانَ يُسَلِّمُ عَنْ يَمِينِهِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ خَدِّهِ الْأَيْمَنِ وَعَنْ يَسَارِهِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ خَدِّهِ الْأَيْسَرِ.

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem sağına selâm verdiklerinde mübârek sağ yanakları, soluna selâm verdiklerinde mübârek sol yanakları görülürdü.″[15]

İmam; sağına selâm verirken sağındaki Hafaza melekleri ile kendisiyle namazda bulunan cemaate, soluna selâm verirken solundaki Hafaza melekleri ile kendisiyle namazda bulunan cemaate selâm vermeye niyet eder. İmama uyan kimse; sağına selâm verirken sağındaki Hafaza meleklerine ve kendisiyle beraber namazda bulunan sağındaki cemaate, soluna selâm verirken solundaki Hafaza meleklerine ve kendisiyle beraber namazda bulunan solundaki cemaate selâm vermeye niyet eder. Ayrıca imam sağındaysa sağa selâm verirken, solundaysa soluna selâm verirken imamın arkasında ise, her iki tarafına selâm verirken imama selâm vermeye de niyet eder. Yani kalbinde bu niyet bulunur. Tek başına kılan ise selâmlarda yalnız melekleri niyet eder.

Bâzı âlimler; ″Hafaza melekleri, Kirâmen Kâtibin’den başkadır″ demişlerdir. Bâzı âlimler de; ″Bu meleklerden birisi sağda iyilikleri, diğeri solda kötülükleri yazar″ demişlerdir.

İnsanda bulunan meleklerin, sayısında ihtilaf edilmiştir. Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan: ″Her Mü’minle beraber beş melek vardır. Biri sağında, biri solundadır. Sağında olan iyilikleri, solunda olan kötülükleri yazar. Biri önünde olup, iyiliklere teşvik eder. Biri ardında olup, o kimseden fenâlıkları, belâları defeder. Biri alnında olup, o kimsenin Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e getirdiği Salavât-ı Şerife’leri yazıp Resûlü Ekrem Efendimize tebliğ eder (ulaştırır)″ diye rivâyet edilmiştir. Bâzıları da; ″Her Mü’minle beraber altmış melek vardır″ demişler. Bu hususta daha farklı nakiller de vardır. Meleklerin sayısında ihtilaf olduğundan sayı zikretmeyip bütün meleklere selâm ile niyet etmek lâzımdır.

Bu meleklerin oturdukları yerlerde de ihtilaf edilmiştir. Bâzıları; ″Onların oturdukları yer ağızdır. İnsanların dili onların kalemidir, tükrüğü mürekkepleridir″ demişlerdir. Çünkü Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

نَقُّوا أَفْوَاهَكُمْ بِالْخِلَالِ فَإِنَّهَا مَجْلِسُ الْمَلَكَيْنِ الْحَافِظَيْنِ.

″Misvakla ağızlarınızı temizleyin. Çünkü ağız iki Hafaza meleğinin oturduğu yerdir″[16] diye buyurmuştur.

Bâzıları; ″İnsanların sağında, solunda″, bâzıları ise; ″Çenedeki kılların altındadır yani sakaldadır″ demişlerdir. Bu melekler; abdest bozarken ve cinsî münâsebet zamanında insandan uzak olurlar.


[1] Sünen-i Tirmizî, Tahâret 3; Sünen-i İbn-i Mâce, Tahâret 3;

[2] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 72.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 136; Sünen-i Nesâî, İftitah 23; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’üs-Salât 11.

[4] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 63; Şemseddin Serahsî, el-Mebsut, c. 1, s. 41.

[5] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât, 131-132; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 2534.

[6] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 63; el-İnâye Şerh’ül-Hidâye, c. 2, s. 205.

[7] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 63; el-İnâye Şerh’ül-Hidâye, c. 2, s. 54.

[8] Fetevâyi Hindiyye, c. 1, s. 247.

[9] Sahih-i Buhârî, Ezan 132; Sahih-i Müslim, Salât 44 (230).

[10] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 71.

[11] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 70; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 2, s. 8.

[12] Sünen-i İbn-i Mâce Tercümesi ve Şerhi, c. 3, s. 537-538; Fetâvâyi Hindiyye, c. 1, s. 428; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 158.

[13] Sûre-i Bakara, Âyet 201.

[14] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 64.

[15] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 72; el-İnâye Şerh’ul-Hidâye, c. 2, s. 22.

[16] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 73.