HAŞR SÛRESİ

﴿ وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿١٠﴾

10. Onlardan sonra gelenler de: ″Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden evvel îman eden kardeşlerimizi bağışla ve îman edenlere karşı kalbimizde bir kin bırakma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin!″ derler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme, bütün Ashâb-ı Kirâm’a karşı hürmet ve muhabbette bulunmanın gerekliliğine delildir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

اِذَا رَأَيْتُمْ الَّذِينَ يَسُبُّونَ أَصْحَابِى فَقُولُوا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى شَرِّكُمْ (ت طب عن ابن عمر)

″Ashâbıma hakaret edenleri gördüğünüz vakit, Allah’ın lâneti sizin şerrinize olsun, deyin.″[1]

اللّٰهَ اللّٰهَ فِى أَصْحَابِى فَمَنْ أَبْغَضَهُمْ فَلِبُغْضِى أَبْغَضَهُمْ وَمَنْ أَحَبَّهُمْ فَلِحُبِّى أَحَبَّهُمْ اَللّٰهُمَّ اَحَبَّ مَنْ أَحَبَّهُمْ وَاَبْغِضِى مَنْ أَبْغَضَهُمْ (ابن النجار عن انس)

″Ashâbım hakkında Allah, Allah derim. Kim onlara buğzederse, Bana buğzetmiştir. Ben de o kimseye buğzederim. Kim de Ashâbımı severse, Beni sevmiştir. Ben de o kimseleri severim. Allah’ım! Ashâbımı sevenleri sev, Ashâbıma buğzedenlere buğzet.″[2]

لَا تَسُبُّوا أَصْحَابِى فَمَنْ سَبَّ أَصْحَابِى فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ لَا يُقْبَلُ مِنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَرْفٌ وَلَا عَدْلٌ (أبو نعيم عن جابر)

″Ashâbıma hakaret etmeyin. Kim Ashâbıma hakaret ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerine olur ve mahşer gününde de onun (dünyâda iken yaptığı) hiçbir iyi ameli kabul edilmez.″[3]

Ayrıca bu Âyet-i Kerîme, sonrakilerin yaptıkları amellerin öncekilere faydasının olduğuna da delildir. Ehl-i Sünnet görüşüne göre; insanın nâfile olarak yaptığı kendi amelinin sevabını başkasına hibe etmesi câizdir. O (nâfile olan) ameller, namaz, oruç, hac, sadaka, Kur’ân okuma, zikir ve gerekse başka iyiliklerden olsun, onları işleyip sevabını başkasına hibe edebilir. Bu sevap ölüye ulaşır. O kimse bununla faydalanır.[4] Dört Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşü de budur. Yaptığı ibâdetin sevabını bağışlayan kişinin, kendi sevabından da bir şey eksilmez.

Dirilerin yemeye ve içmeye ihtiyacından, ölülerin duâya ihtiyacı daha fazladır. Çünkü duâ, ölü için faydalıdır. Bu sebeple Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem vefât etmiş olan Sahâbîlerin kabrine gider ve onlar için Allah’tan bağışlanma dilerdi.

Bu hususta Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُلَّمَا كَانَ لَيْلَتُهَا مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْرُجُ مِنْ آخِرِ اللَّيْلِ إِلَى الْبَقِيعِ فَيَقُولُ السَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ وَأَتَاكُمْ مَا تُوعَدُونَ غَدًا مُؤَجَّلُونَ وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللّٰهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ اللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِأَهْلِ بَقِيعِ الْغَرْقَدِ) م ن عن عائشة(

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, gecenin sonunda Medîne-i Münevvere’deki Bâki Kabristanı’na çıkar ve şöyle derdi: ″Esselâmu aleykum Ey Mü’minler yurdunun sakinleri! Yarın vâki olacak diye vaad olunan şey sizlere geldi. Sizler, ölüm ile yeniden dirilme arasında bekliyorsunuz. Biz de inşâallah size kavuşacağız. Ey Allah’ım! Bâki Kabristanlığı ahâlisini bağışla.″[5]

Yine bu hususta Enes Radiyallâhu anhu‘dan şöyle nakledilmiştir:

Hz. İmam Ali‘nin annesi Hz. Fâtıma Bint-i Esed vefât ettiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu Muşâr‘un İleyhâ‘nın naaşını bizzat kabre indirip buyurdu ki:

اغْفِرْ لأُمِّى فَاطِمَةَ بنتِ أَسَدٍ ولَقِّنْهَا حُجَّتَها وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِى فَاِنَّكَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ. (طب عن انس بن مالك)

″Ey Allah’ım! Senin Nebîn ve önceki Peygamberlerin hakkı için annem Fâtıma Bint-i Esed’i bağışla ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.″[6]

Yine bu konuda Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in nakledilen Hadis-i Şerif’lerinden bâzıları şöyledir:

أُمَّتِي أُمَّةٌ مَرْحُومَةٌمُتَابٌعَلَيْهَا تَدْخُلُ قُبُورَهَا بِذُنُوبِهَا وَتَخْرُجُمِنْقُبُورِهَا لَا ذُنُوبَ عَلَيْهَا تُمَحَّصُّ عَنْهَا ذُنُوبُهَا بِاسْتِغْفَارِ الْمُؤْمِنِينَ لَهَا. (طس عن أنس بن مالك)

″Ümmetim, rahmete nâil olmuş bir ümmettir. Günahları ile kabre girerler. Mü’minlerin onlara yaptığı istiğfarla temizlenmiş olarak çıkarlar.″[7]

إِذَا مَاتَ الْإِنْسَانُ انْقَطَعَ عَمَلُهُ إِلَّا مِنْ ثَلَاثَةٍ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ وَعِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ وَوَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ (م د ت ن عن ابى هريرة)

″İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez: Sadaka-i câriye, yararlı ilim ve kendisine duâ eden sâlih bir evlat.″[8]

اقْرَءُوا يس عَلَى مَوْتَاكُمْ. (حم د عن معقل بن يسار)

″Ölülerinizin üzerine Yâsîn Sûresi’ni okuyun.″[9]

لَا بِرَّ أَفْضَلَ مَنْ بِرَّ أَهْلَ الْقُبُورِ، وَلَا يَصِلُ أَهْلَ الْقُبُورِ إلَّا مُؤْمِنٌ (الديلمي عن جابر)

″Kabir ehline yapılan (sadaka vermek, ruhlarına Kur’ân okumak gibi) iyilikten üstün hiçbir iyilik yoktur; kabir ehlini ancak Mü’min olan kişi ziyâret eder.″[10]

Câbir b. Abdullah Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا إِلَى سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ حِينَ تُوُفِّيَ قَالَ فَلَمَّا صَلَّى عَلَيْهِ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَوُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَسُوِّيَ عَلَيْهِ سَبَّحَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَبَّحْنَا طَوِيلًا ثُمَّ كَبَّرَ فَكَبَّرْنَا فَقِيلَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ لِمَ سَبَّحْتَ ثُمَّ كَبَّرْتَ قَالَ لَقَدْ تَضَايَقَ عَلَى هَذَا الْعَبْدِ الصَّالِحِ قَبْرُهُ حَتَّى فَرَّجَهُ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ عَنْهُ (حم عن جابر بن عبد اللّٰه)

Sa’d İbn-i Muaz defnedildiği zaman Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem tesbih getirdi. Millet de uzun uzun tesbih getirdiler. Sonra tekbir getirdi. Millet de tekbir getirdi. ″Yâ Resûlallah! Neden tesbih getirdin?″ dediler. Buyurdu ki: ″Bu sâlih adamı kabir çokça sıkıştırdı. Sonra Allah’u Teâlâ sıkıntısını giderdi.″[11]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ أُمِّي مَاتَتْ وَعَلَيْهَا صَوْمُ شَهْرٍ أَفَأَقْضِيهِ عَنْهَا قَالَ نَعَمْ قَالَ فَدَيْنُ اللّٰهِ أَحَقُّ أَنْ يُقْضَى (خ م عن ابن عباس)

Bir adam geldi ve Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e dedi ki: ″Yâ Resûlallah! Annem öldü. Bir ay oruç borcu vardı. Onun yerine ben kaza etsem, ondan bu borç düşer mi?″ Buyurdu ki: ″Annenin oruç borcunu ödeAçıklama: http://www.mumsema.com/images/smilies/nokta.gif O, ödenmeye daha lâyıktır.″[12]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

أَتَى رَجُلٌ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لَهُ إِنَّ أُخْتِي قَدْ نَذَرَتْ أَنْ تَحُجَّ وَإِنَّهَا مَاتَتْ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ كَانَ عَلَيْهَا دَيْنٌ أَكُنْتَ قَاضِيَهُ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَاقْضِ اللّٰهَ فَهُوَ أَحَقُّ بِالْقَضَاءِ. (خ عن ابن عباس)

Bir adam Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Kız kardeşim hac yapmayı adadı ve adağını yerine getirmeden öldü″ dedi. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı, sen onun yerine borcu­nu ödeyecek miydin?″ diye sordu. Adam: ″Evet″ diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″O halde kardeşinin Allah’a ait olan hac borcunu öde. O, ödenmeye daha lâyıktır″ buyurdu.[13]


[1] Sünen-i Tirmizî, Menâkib 53.

[2] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 185/5; Sünen-i Tirmizî, Menâkib 53; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19641.

[3] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 473/8; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 155.

[4] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 207-208.

[5] Sahih-i Müslim, Cenâiz 35 (102 Sünen-i Nesâî, Cenâiz 103.

[6] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20324.

[7] Taberânî, Mu’cem’ul-Evsat, Hadis No: 1950.

[8] Sahih-i Müslim, Vasiyye 3 (14 Sünen-i Ebû Dâvud, Vasâya 14; Sünen-i Tirmizî, Ahkâm 36; Sünen-i Nesâî, Vasâya 8.

[9] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 24; Ahme b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19416, 19427.

[10] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 464/3; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 42600.

[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14344.

[12] Sahih-i Buhârî, Savm 41; Sahih-i Müslim, Sıyam 27 (155).

[13] Sahih-i Buhârî, Îman 30.