RA’D SÛRESİ

﴿ وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ ﴿١٣﴾

13. Ra’d (gök gürlemesi), O’nu hamd ile tesbih eder. Melekler de O’nun korkusundan tesbih ederler. Allah’u Teâlâ, yıldırımlar gönderir, onları dilediğine isâbet ettirir. Ve o kâfirler, Allah hakkında mücâdelede bulunurlar. Halbuki O, azâbı şiddetli olandır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Yahudiler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek: ″Yâ Ebe’l-Kasım! Ra’d’ın ne olduğunu bize bildir?″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَلَكٌ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُوَكَّلٌ بِالسَّحَابِ مَعَهُ مَخَارِيقُ مِنْ نَارٍ يَسُوقُ بِهَا السَّحَابَ حَيْثُ شَاءَ اللّٰهُ فَقَالُوا فَمَا هَذَا الصَّوْتُ الَّذِي نَسْمَعُ قَالَ زَجْرُهُ بِالسَّحَابِ إِذَا زَجَرَهُ حَتَّى يَنْتَهِيَ إِلَى حَيْثُ أُمِرَ قَالُوا صَدَقْتَ (ت عن ابن عباس(

″Ra’d, meleklerden bulutlarla vazifeli olan bir melektir. Yanında ateşten kırbaçlar vardır; bunlarla bulutları Allah’ın dilediği yere sürer.″ Yahudiler, ″O halde işittiğimiz ses nedir?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Emredildiği yere kadar varması için bulutu sürdüğü zaman onu zorlamasıdır.″ Yahudiler: ″Doğru söyledin″ dediler.[1]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

إِذَا سَمِعْتُمُ الرَّعْدَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ، فَإِنَّهُ لَا يُصِيبُ ذَاكِرًا (طب عن ابن عباس(

″Gök gürlemesini işittiğiniz zaman, Allah’ı zikredin. Muhakkak ki Allah’ı zikreden birine, o isâbet etmez.″[2]

Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair de şu hâdise nakledilmiştir:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem câhiliye Araplarının azgınlarından birine bir kaç Sahâbe göndererek, onu İslâm’a dâvet etti. Bu azgın kişi onlara şöyle dedi: ″Bana Muhammed’in Rabbinin mâ­hiyetini; gümüşten mi, demirden mi, bakırdan mı olduğu­nu haber verin?″ Yanına gidenler onun söylediği bu sözden dehşete kapıldılar. Bunun üzerine bu azgın kişi: ″Ben, Muhammed’in tanımadığı bir Rabbe mi icâbet edip çağrısını kabul edeyim″ dedi.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem defalarca ona el­çi gönderdiği halde, o yine ona benzeri sözler söylüyordu. Ona gidenlerin, onunla tartıştığı ve İslâm’a çağırdıkları bir sırada aniden bir bulut yükseldi ve bu bulut, tepelerinin üzerinde durdu. Gök gürledi, şimşek çaktı ve bir yıl­dırım düştü. Sâdece o kâfiri yaktı. Yanan o kâfirin yanından kalkanlar, Peygamberimizin yanına gelirken yolda Sahâbeden bâzıları ile karşılaştılar. Karşılatıkları Sahâbîler: ″Sizin adamınız yandı″ dediler. Onlar da: ″Nereden bildiniz?″ diye sordular. Bunun üzerine karşılatıkları Sahâbîler: Allah’u Teâlâ, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e:

″… Ve o kâfirler, Allah hakkında mücâdelede bulunurlar. Halbuki O, azâbı şiddetli olandır″ diye geçen Sûre-i Ra’d, Âyet 13’ü vahyetti, dediler.[3]


[1] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 14.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11208.

[3] Benzer rivâyet için, Rudânî, Cem’ul-Fevaid, Hadis No: 7028’e bakınız.