FURKÂN SÛRESİ

﴿ وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا ﴿٦٣﴾ وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا ﴿٦٤﴾ وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًاۗ ﴿٦٥﴾ اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا ﴿٦٦﴾ وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا ﴿٦٧﴾

63-67. Rahmân’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve câhiller onlara fenâ bir söz söylediklerinde, ″Selâmetle″ derler.* Onlar, gecelerini Rablerine secde ve kıyam ile geçirirler.* Ve onlar şöyle derler: ″Ey Rabbimiz! Cehhennem azâbını bizden uzaklaştır. Şüphesiz onun azâbı, çok şiddetli ve devamlıdır.* Şüphesiz orası, ne kötü bir karargâh, ne kötü bir makamdır.″* O Rahmân’ın has kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

İzah: Bu âyetler, Allah’u Teâlâ’nın takvâ üzere olan kullarının vasıflarını haber vermektedir. Bu zâtlar, Allah yolunda ibâdetle, taatle çalışırlarken, kendilerinin aleyhinde fenâ söz söyleseler, Allah için onların bu eziyetlerine sabrederler ve onların bu boş sözlerine karşılık, ″Sizinle bizim aramızda ne hayır, ne de şer vardır, biz sizden selâmette bulunmaktayız, siz de hâlinizi düzelterek selâmete kavuşun″ derler. Geceleri, namaz ve zikir ile geçirirler. Duâlarında, Cehennem azâbından Allah’a sığınırlar. Allah için yaptığı harcamalarında gâyet cömert olurlar. Fakat aileleri için yaptıkları harcamalarda iktisatlı olurlar ve kendi işlerinde de gerektiği yere gerektiği kadar harcama yaparlar.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلسَّمْتُ الْحَسَنُ وَالتَّوَدُّدُ وَالْإِقْتِصَادُ جُزْءٌ مِنْ اَرْبَعَةٍ وَعِشْرِينَ جُزْءًا مِنَ النُّبُوَّةِ (ت عن عبد اللّٰه ابن سرجس المزنى)

″Üç hal bir kimsede varsa, onda Peygamberliğin yirmidörtte biri vardır: (Allah’a giden) güzel yol. Allah için birbirlerini sevmek. Malını fuzuli yere harcamayıp iktisatlı olmak.″[1]

O Rahmân’ın has kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler, ne de cimrilik ederler, ikisi arasında orta bir yol tutarlar″ âyetini, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ da şöyle izah etmiştir: ″Allah’a isyan yolunda harcanan tek bir dirhem bile israf­tır. Allah yolunda harcanan herhangi bir miktar ise israf değildir, yerinde har­canmış bir maldır.″

Takvânın önemi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Ebû Zerr Radiyallâhu anhu‘ya şöyle buyurmuştur:

أُوصِيكَ بِتَقْوَى اللّٰهِ فَإِنَّهُ زَيْنٌ لاَجْرِكَ كُلُّهُ وَعَلَيْكَ بِتِلاوَةِ الْقُرْآنِ وَذِكْرِ اللّٰهِ فَإِنَّهُ ذِكْرٌ لَكَ فِي السَّمَاءِ وَنُورٌ لَكَ فِي الْاَرْضِ عَلَيْكَ بِطُولِ الصَّمْتِ اِلَّا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّهُ مَطْرَدَةٌ لِلشَّيْطَانِ عَنْكَ وَعَوْنٌ لَكَ عَلَى أَمَرِ دِينِكَ اِيَّاكَ وَكَثْرَةَ الضَّحِكِ فَإِنَّهُ يُمِيتُ الْقَلْبَ وَيُذْهِبُ نُورَ الْوَجْهِ عَلَيْكَ بِالْجِهَادِ فَإِنَّهُ رَهْبَانِيَّةُ أُمَّتِي أَحِبِّ الْمَسَاكِينَ وَجَالِسْهُمْ انْظُرْ إِلَى مَنْ تَحْتِكَ وَلا تَنْظُرْ إِلَى مَنْ فَوْقِكَ فَإِنَّهُ أَجْدَرُ أَنْ لا تَزْدَرِي نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكَ صِلْ قَرَابَتَكَ وَإِنْ قَطَعُوكَ قُلِ الْحَقَّ وَاِنْ كَانَ مُرَّا لَا تَخَفْ فِي اللّٰهِ لَوْمَةَ لائِمٍ لِيَحْجُزْكَ عَنِ النَّاسِ مَا تَعْلَمُ مِنْ نَفْسِكَ وَلَا تَجِدَ عَلَيْهِمْ فِيمَا تَأْتِي وَكَفَى بِالْمَرْءِ عَيْبًا أَنْ يَكُونَ فِيهِ ثَلَاثُ خِصَالٍ: أَنْ يَعْرِفَ مِنَ النَّاسِ مَا يَجْهَلُ مِنْ نَفْسِهِ وَيَسْتَحَيِى لَهُمْ مِمَّا هُوَ فِيهِ وَيُؤْذِي حَلِسَهُ يَا أَبَا ذَرًّ لَا عَقْلَ كَالتَّدْبِيرِ وَلا وَرَعَ كَالْكَفِّ وَلا حَسَبَ كَحُسْرِ الْخُلُقِ (عبد بن حميد طب هب وابن عساكر عن أبي ذر)

Sana Allah’tan korkmanı vasiyet ederim. Çünkü o korku, bütün amellerin ziynetidir. Sana Kur’ân okumanı, zikrullah etmeni vasiyet ederim. Çünkü zikrullah; senin semâda zikredilmene sebeptir, yeryüzünde ise senin için nûrdur. Sükûtunun uzun olmasını vasiyet ederim. Ancak hayır söz müstesnâ. Çünkü bu sükût, şeytanı senden uzaklaştırır ve din işinde sana yardımcı olur. Çok gülmekten de sakın. Çünkü o, kalbi öldürür ve yüzün nûrunu giderir. Mücâhedeye devam et, çünkü o, ümmetimin ruhbanlığıdır.[2] Miskinleri, garipleri sev ve onlarla düşüp kalk. Kendinden aşağıdakine bak, yukarıdakine bakma. Zîrâ sana Allah’ın verdiği nîmetleri küçümsememen için bu hâl daha uygundur. Seninle alakayı kesseler bile, akrabanı ziyaret et. Acı olsa da hakkı söyle, Allah yolunda kınayanların kınamasından korkma. Kendi nefsin hakkında bildiğin hatalar, seni insanların hatalarını görmekten alıkoysun. Yaptığın şeylerde onlara karşı övünme. Şu üç hasletin bulunması, kişiye ayıp olarak yeter. Kendi kusurlarını bilmeden başkasının kusurlarını görmesi, aynı hâl kendisinde de olduğu halde, başkalarında utanılacak hâl görmesi ve arkadaşına eziyet etmesi. Ey Ebû Zerr! Tedbir gibi akıl, kötülükten sakınmak gibi verâ, güzel ahlâk gibi şeref yoktur.″[3]

Tevâzu ile yürümek hakkında da, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yürüdüğü zaman, sanki yokuş aşağı iniyormuş gibi ve yeryüzü onun için dürülüyormuş gibi yürürdü, diye buyrulmuştur Ashab-ı Kirâm, yapmacıklı zayıf görünerek yürümeyi mekruh kabul etmişlerdi. Hattâ rivâyet edildiğine göre, Hz. Ömer, yavaş yavaş yürüyen bir genç görmüş ve ″Sana ne oluyor, hasta mısın?″ diye sormuş. ″Hayır, Ey Mü’minlerin Emîri″ cevabı üzerine, kamçısıyla onun üzerine yürüyerek, güçlü yürümesini emretmiştir. Burada mütevazı şekilde yürümekten maksat, sükûnet içinde vakarlı yürümektir. Ayrıca kâfirlerin bulunduğu yerden geçerken, onlara karşı azametli ve kuvvetli olarak yürümek gerekir. Nitekim Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Ashâbı, Kâbe’yi vakarla ve sükûnetle yürüyerek tavaf ederken, kâfirler Mü’minlerin bu hâlini görünce, ″Bunlar zayıf düşmüş, yürümeye bile takatleri kalmamış″ gibi sözler söyleyerek alay etmeye başlamışlardı. Allah’u Teâlâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, kâfirlerin bu hallerini bildirmiş, bunun üzerine Peygamberimiz ve Ashâbı, sağ kollarını ihramın dışına çıkarıp sert adımlar ile yürüyerek zayıf olmadıklarını o kâfirlere göstermişlerdir. İşte tavaf esnâsında erkeklerin, sağ omuzunu açarak hızlı ve sert yürümeleri, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den kalan bir sünnettir.

﴿ وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ ﴿٦٨﴾ يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪۫ مُهَانًاۗ ﴿٦٩﴾ اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٧٠﴾

68-70. Ve onlar, Allah ile beraber başka ilah edinip ona ibâdet etmezler. Allah’u Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Bu nehyedilenleri kim yaparsa, Esâme’de (Cehennemde bir kuyuda) cezâsını çeker.* Mahşer günü onun azâbı kat kat artırılır ve orada zelil olarak ebedî kalır.* Ancak tevbe eden ve îman eden ve sâlih amelde bulunan müstesnâ. Artık Allah’u Teâlâ onların günahlarını sevaplara çevirir. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

İzah: Bu âyetlerin nüzul sebebi hakkında İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu hâdise nakledilmiştir:

أَنَّ نَاسًا مِنْ أَهْلِ الشِّرْكِ كَانُوا قَدْ قَتَلُوا وَأَكْثَرُوا وَزَنَوْا وَأَكْثَرُوا فَأَتَوْا مُحَمَّدًا صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالُوا إِنَّ الَّذِي تَقُولُ وَتَدْعُو إِلَيْهِ لَحَسَنٌ لَوْ تُخْبِرُنَا أَنَّ لِمَا عَمِلْنَا كَفَّارَةً فَنَزَلَ {وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ إِلَهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّٰهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ} وَنَزَلَتْ {قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ} (خ عن ابن عباس)

Müşriklerden bâzı kimseler, çok kişiyi öldürmüşler ve çok zinâ etmişlerdi. Bunlar Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldiler ve ″Senin söylediğin ve kendisine çağırdığın şüphesiz güzeldir. Keşke yapmış olduklarımıza keffâret olacağını bize haber vermiş olsan″ dediler. Bunun üzerine Sûre-i Furkân, Âyet 68-70’teki: ″Ve onlar, Allah ile beraber başka ilah edinip ona ibâdet etmezler. Allah’u Teâlâ’nın öldürülmesini haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Bu nehyedilenleri kim yaparsa, Esâme’de (Cehennemde bir kuyuda) cezâsını çeker.* Mahşer günü azâbı kat kat artırılır ve orada zelil olarak ebedî kalır.* Ancak tevbe eden ve îman eden ve sâlih amelde bulunan müstesnâ. Artık Allah’u Teâlâ onların günahlarını sevaplara çevirir. Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir″ buyruğu ve Ey Resûlüm! De ki: ″Ey nefisleri üzerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin…″ diye devam eden Sûre-i Zümer, Âyet 53 nâzil oldu.[4]

Bu âyetlerin nüzul sebebi, her ne kadar müşriklerle ilgili olsa da hükmü geneldir, Müslümanları da kapsamaktadır. Bir kimse ne kadar günahkâr olursa olsun, günahlarından hakkıyla tevbe ederse, yani işlemiş olduğu günahlarına bir daha dönmemek kaydıyla terk edip sâlih amelde bulunursa ve kendisini günaha sevk eden dostlarını bırakıp sâlih kullardan dost edinirse, Allah’u Teâlâ onun günahlarını affeder, dilerse de sevâba çevirir. Nitekim bir sonraki 71. âyette: ″Her kim de tevbe edip salih amel işlerse, şüphesiz ki o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner″ diye buyrulmuştur. Bu sebeple tevbe edip sâlih amelde bulunan herkesin günahları sevâba çevrilebilir.

Müslümanların mahşerde günahlarının sevâba çevrileceğine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنِّي لَأَعْلَمُ آخِرَ أَهْلِ الْجَنَّةِ دُخُولًا الْجَنَّةَ وَآخِرَ أَهْلِ النَّارِ خُرُوجًا مِنْهَا رَجُلٌ يُؤْتَى بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيُقَالُ اعْرِضُوا عَلَيْهِ صِغَارَ ذُنُوبِهِ وَارْفَعُوا عَنْهُ كِبَارَهَا فَتُعْرَضُ عَلَيْهِ صِغَارُ ذُنُوبِهِ فَيُقَالُ عَمِلْتَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا كَذَا وَكَذَا وَعَمِلْتَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا كَذَا وَكَذَا فَيَقُولُ نَعَمْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُنْكِرَ وَهُوَ مُشْفِقٌ مِنْ كِبَارِ ذُنُوبِهِ أَنْ تُعْرَضَ عَلَيْهِ فَيُقَالُ لَهُ فَإِنَّ لَكَ مَكَانَ كُلِّ سَيِّئَةٍ حَسَنَةً فَيَقُولُ رَبِّ قَدْ عَمِلْتُ أَشْيَاءَ لَا أَرَاهَا هَا هُنَا فَلَقَدْ رَأَيْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضَحِكَ حَتَّى بَدَتْ نَوَاجِذُهُ. (م عن أبي ذر)

″Ben, Cennet ehli arasında Cennete en son gire­cek kimseyi de, Cehennem ateşinden en son çıkacak kimseyi de biliyorum. Cennete en son giren kişi şöyle bir adamdır: Mahşer gününde getirilir, ″Küçük günahlarını ona su­nun ve büyüklerini de üzerinden kaldırın″ denilir. Ona küçük günahları su­nulur ve filan filan günü şunu şunu işledin, filan filan günü de şunu ve şu­nu işledin denilir. O da ″Evet″ der. İnkâr edebilecek gücü kendisinde bulamaz. Diğer taraftan büyük günahlarının da kendisine sunulacağından korkarken, kendisine: ″Her bir günahının yerine bir tane iyilik verilecektir″ denilir. Bu se­fer ″Rabbim, ben burada görmediğim daha başka bir takım işler de işledim″ diyecek. Yemin olsun ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in küçük azı dişleri görülünceye kadar güldüğünü gördüm.″[5]

Bu hususta Ebû Osman Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

الْمُؤْمِنُ يُعْطَى كِتَابَهُ )بِيَمِينِهِ( فِي سِتْرٍ مِنَ اللّٰهِ فَيَقْرَأُ سَيِّئَاتِهِ فَكُلَّمَا قَرَأَ سَيِّئَةً تَغَيَّرَ لَوْنُهُ حَتَّى يَمُرَّ بِحَسَنَاتِهِ فَيَقْرَؤُهَا فَيَرْجِعُ إِلَيْهِ لَوْنُهُ. ثُمَّ يَنْظُرُ فَإِذَا سَيِّئَاتُهُ قَدْ بُدِّلَتْ حَسَنَاتٍ قَالَ: فَعِنْدَ ذَلِكَ يَقُولُهَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابى عثمان)

Mü’min kişiye amel defteri Allah’ın koruması altında verilir. O, günahlarını okur. Her bir günahı okudukça, rengi değişir. Sonra iyiliklerine geçer, onu okumaya başlayınca rengi tekrar yerine gelir. Sonra bir de bakar ki, günahları iyiliklerle değiştirilmiş. İşte o zaman ″Alın, amel defterimi okuyun.″[6] der.[7]

Yine günahları sevâba çeviren sâlih ameller hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ قَوْمٍ اِجْتَمَعُوا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ عَزَّ وَ جَلَّ لَا يُرِيدُونَ بِذَلِكَ اِلَّا وَجَّهَ اللّٰهِ اِلَّا نَادَاهُمْ مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ قُوامُوا مَغْفُورًا لَكُمْ قَدْ بُدِّلَتْ سَيِّئَاتُكُمْ حَسَنَاتٍ. (هب عن عبد اللّٰه بن مغفل رواه أحمد وأبو يعلى والبزار والطبراني في الأوسط وعن أنس بن مالك)

Bir kavim sırf Allah’ın Cemâlini dileyerek, zikrullah yapmak için toplanıp meclis kursalar, muhakkak gökten bir münâdi, kendilerine şöyle seslenir: ″Haydi kalkın affedildiniz, günahlarınız sevâba çevrildi.″[8]

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen ″Esâme″, Cehennemde olan bir kuyudur. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَوْ أَنَّ صَخْرَةً وَزَنَتْ عَشْرَ خَلِفَاتٍ، قُذِفَ بِهَا مِنْ شَفِيرِ جَهَنَّمَ مَا بَلَغَتْ قَعْرَهَا سَبْعِينَ خَرِيفًا حَتَّى يَنْتَهِيَ إِلَى غَيٍّ وَأَثَامٍ قِيلَ وَمَا غَيٌّ وَأَثَامٌ؟ قَالَ بِئْرَانِ فِي أَسْفَلِ جَهَنَّمَ يَسِيلُ مِنْهُمْا صَدِيدُ أَهْلِ النَّارِ وَهُمْا اللَّذَانِ ذَكَرَهُمَا اللّٰهُ فِي كِتَابِهِ أَضَاعُوا الصَّلاةَ، وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَامًا(طب عن ابو امامة الباهلى)

Şâyet on ukiyye[9] ağırlığında bir kaya Cehennemin kenarından atılmış olsaydı, yetmiş yılda dibine ulaşmaz, nihâyet Gayya’ya ve Esâme’ye ulaşır. ″Gayya ve Esâme nedir?″ denilince, buyurdu ki: ″Cehennemin en altında iki kuyudur. Orada Cehennem ehlinin kan ve irinleri akar. Allah’ın kitabında: ″Sonra onların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler ve şehvetlerine tâbi oldular. Onlar, Gayya’ya (Cehennemde bir kuyuya) atılacaklardır″[10] âyeti ile ″… Bu nehyedilenleri kim yaparsa, Esâme’de (Cehennemde bir kuyuda) cezâsını çeker″[11] diye geçen iki cezâlandırılma yeri bunlardır.[12]

﴿ وَالَّذ۪ينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَۙ وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا ﴿٧٢﴾

72. O Rahmân’ın has kulları, yalan yere şâhitlik etmezler. Boş ve kötü bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakarla geçip giderler.

İzah: Yalancı şâhitlikte bulunmanın en büyük günahlardan olduğuna dair Ebû Bekre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِأَكْبَرِ الْكَبَائِرِ قُلْنَا بَلَى يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الْإِشْرَاكُ بِاللّٰهِ وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ وَكَانَ مُتَّكِئًا فَجَلَسَ فَقَالَ أَلَا وَقَوْلُ الزُّورِ وَشَهَادَةُ الزُّورِ أَلَا وَقَوْلُ الزُّورِ وَشَهَادَةُ الزُّورِ فَمَا زَالَ يَقُولُهَا حَتَّى قُلْتُ لَا يَسْكُتُ (خ عن ابى بكرة عن ابيه)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″En büyük günahı size haber vereyim mi?″ diye sordu. Biz: ″Evet, Yâ Resûlallah!″ dedik. ″Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya itaatsizlik etmek″ diye buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve ″Haberiniz olsun! Bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmaktır. Haberiniz olsun! Bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmaktır″ buyurdu. Bu sözü tekrar tekrar söylüyordu. Hattâ ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem susmayacak, dedim.[13]

Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak İbrâhim b. Meysere Radiyallâhu anhu’dan da şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ اِبْن مَسْعُود مَرَّ بِلَهْوٍ مُعْرِضًا فَلَمْ يَقِف فَقَالَ رَسُول اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَقَدْ أَصْبَحَ اِبْن مَسْعُود وَأَمْسَى كَرِيمًا ثُمَّ تَلَا إِبْرَاهِيم بْن مَيْسَرَة وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا(ابن كثير، التفسير القران العظيم عن ابراهيم بن ميسر)

Abdullah İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu, bir şarkı sesi işitmiş ve hemen, çabucak oradan ayrılmış. Onun bu davranışı karşısında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem onun için: ″Şerefli bir kimse olmuştur″ diye buyurdu. Sonra (râvi) İbrâhim b. Meysere: ″O Rahmân’ın has kulları, yalan yere şâhitlik etmezler. Boş ve kötü bir şeyle karşılaştıkları zaman, vakarla geçip giderler″ mealindeki Sûre-i Furkân, Âyet 72’i okudu.[14]

﴿ وَالَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِّرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمًّا وَعُمْيَانًا ﴿٧٣﴾ وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا ﴿٧٤﴾

73-74. Ve onlar, Rablerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiği zaman, ona karşı sağır ve kör davranmazlar.* Ve onlar: ″Ey Rabbimiz! Bize, zevcelerimizden ve zürriyetlerimizden gözümüzün nûru olacak kimseler ihsan et ve bizi takvâ ehline önder kıl″ derler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Bizi takvâ ehline önder kıl″ diye buyrulmaktadır. Yani, Rahmân olan Allah’ın has kulları, kendilerinden sonra gelecek olan evlatlarının da, takvâ üzere olup hak yolda kendilerine uymalarını ve hidâyetten ayrılmamalarını istemişlerdir.

﴿ اُو۬لٰٓئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ ف۪يهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًاۙ ﴿٧٥﴾ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا ﴿٧٦﴾

75-76. İşte Rahmân’ın has kulları, sabırları sebebiyle Cennetin en yüksek köşkleriyle mükâfatlandırılır ve orada saygı ve selâm ile karşılanırlar.* Orada ebedî kalırlar. Orası, ne güzel karargâh ve ne güzel makamdır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de, îman edip sâlih amellerde bulunan takvâ sahiplerine Cennetin en yüksek köşkleriyle mükâfatlandırılacağı müjdelenmektedir. Sûre-i Vâkıa, Âyet 7-12’de geçtiği üzere mahşer yerine insanlar üç sınıf olarak gelir. Biri Cehennemlik, biri Cennetlik ve biri de sâbikunlar yani sebat edip ibâdette ileri geçenlerdir ki, işte onlar Naîm Cennetlerinde Benim en yakınımda olurlar, diye buyrulan kimselerdir.

Cennet-i Naîm’in en yüksek Cennet olduğuna dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

إِنَّ جِبْرِيل قَالَ لِي اُخْرُجْ فَأَخْبِرْ بِنِعَمِ اللّٰه الَّتِي أَنْعَمَ بِهَا عَلَيْك وَفَضِيلَته الَّتِي فُضِّلْت بِهَا فَبَشَّرَنِي أَنِّي بُعِثْت إِلَى الْأَحْمَر وَالْأَسْوَد وَأَمَرَنِي أَنْ أُنْذِر الْجِنّ وَآتَانِي كِتَابه وَأَنَا أُمِّيٌّ وَغَفَرَ ذَنْبِي مَا تَقَدَّمَ وَمَا تَأَخَّرَ وَذَكَرَ اِسْمِي فِي الْأَذَان وَأَمَدَّنِي بِالْمَلَائِكَةِ وَآتَانِي النَّصْر وَجَعَلَ الرُّعْب أَمَامِي وَآتَانِي الْكَوْثَر وَجَعَلَ حَوْضِي مِنْ أَكْثَر الْحِيَاض يَوْم الْقِيَامَة وَوَعَدَنِي الْمَقَام الْمَحْمُود وَالنَّاس مُهْطِعُونَ مُقْنِعُو رُءُوسهمْ وَجَعَلَنِي فِي أَوَّل زُمْرَة تَخْرُج مِنَ النَّاس وَأَدْخَلَ فِي شَفَاعَتِي سَبْعِينَ أَلْفًا مِنْ أُمَّتِي الْجَنَّة بِغَيْرِ حِسَاب وَآتَانِي السُّلْطَان وَالْمُلْك وَجَعَلَنِي فِي أَعْلَى غُرْفَة فِي الْجَنَّة فِي جَنَّات النَّعِيم فَلَيْسَ فَوْقِي أَحَد إِلَّا الْمَلَائِكَة الَّذِينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْش وَأَحَلَّ لِي وَلِأُمَّتِي الْغَنَائِم وَلَمْ تَحِلّ لِأَحَدٍ كَانَ قَبْلنَا (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن عبادة بن الصامت)

Cebrâil bana dedi ki: ″Çık ve Allah’u Teâlâ’nın sana bahşettiği nîmetleri, senin üstün kılındığın faziletini haber ver.″ Allah’u Teâlâ bana müjdeledi ki; şüphesiz beni kırmızı ve siyah tenli insanlara gönderdi. Cinleri uyarmamı bana emretti. Ümmî olduğum halde bana kitabını verdi. Geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışladı. Adımı ezanda zikretti. Beni meleklerle kuvvetlendirdi. Bana zaferi bahşetti ve korkuyu önümde kıldı (korku benden kaçar). Bana Kevser’i verdi; mahşer günü benim havuzumu havuzların en büyüğü kıldı. İnsanlar başlarını eğip koşuşturdukları zamanda bana Makâm-ı Mahmûd’u vaad etti. Beni insanlardan haşrolunacak ilk zümre içinde kıldı. Benim şefaatimle ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesapsız olarak Cennete koydu. Bana hükümranlık ve mülk verdi. Beni Naîm Cennetlerinde içinde Cennetin en yüce köşkünde kıldı. Benim üzerimde Arş’ı taşıyan meleklerden başka hiç kimse yoktur. Bana bizden öncekilerden hiç kimseye helâl kılmadığı halde ganîmetleri helâl kıldı.″[15]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Orada saygı ve selâm ile karşılanırlar″ diye buyrulmaktadır. Yani o yüksek makamda melekler, onları karşılayarak, selâmet içinde ebedî bir hayat süreceklerini onlara müjdelemiş olacaklardır.


[1] Sünen-i Tirmizî, Birr 65; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 214/2.

[2] Ruhbanlık hakkında Sûre-i Hadîd, Âyet 27 ve izahına bakınız.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 1628; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 4737; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 43572; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 157/4.

[4] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Zümer 1.

[5] Sahih-i Müslim, Îman 84 (314).

[6] Sûre-i Hâkka, Âyet 19.

[7] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 8, s. 214.

[8] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 562; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 386/10; Rudânî, Mecmâ’uz-Zevâid, Hadis No: 16764; İmam Şa’rânî, el-Uhud’ül-Kübrâ, s. 319; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 12000.

[9] Bir ağırlık ölçüsü olup yerlere ve muhitlere göre değişir. Bir ukiyye, Şer’an kırk dirhem olarak kabul edilmiştir. Bir dirhem de 3,25 gr’dır.bu ölçüye göre on ukiyye de, 1.300 gr yapmaktadır.

[10] Sûre-i Meryem, Âyet 59.

[11] Sûre-i Furkân, Âyet 68.

[12] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7633.

[13] Sahih-i Buhârî, Edeb 6.

[14] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 6, s. 131.

[15] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 5, s. 333.