MÂİDE SÛRESİ

﴿ لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٨٢﴾ وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٨٣﴾ وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ ﴿٨٤﴾ فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٨٥﴾ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ ﴿٨٦﴾

82-86. Ey Resûlüm! Yemin olsun ki, insanlar içerisinde îman edenlere en şiddetli düşmanlık edenlerin Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün. Yine yemin olsun ki, îman edenlere sevgi yönünden en yakın olanların da, ″Biz Hristiyanlarız!″ diyenler olduğunu görürsün. Bu da onların içinde hakkı kabul etmekten kibirlenmeyen âlimler, zâhidler bulunmasından dolayıdır.* Onlar, Resûle nâzil olan Kur’ân’ı dinledikleri vakit görürsün ki, hakkı bildikleri için onların gözleri yaşla dolar. Derler ki: ″Ey Rabbimiz! Biz de îman ettik, bizi de şâhitler (Mü’minler) arasında kaydet.* Rabbimizin bizi sâlihler arasına girdir-mesini şiddetle arzuladığımız halde, niçin Allah’a ve bize Hak’tan gelen Kur’ân’a îman etmeyelim?″* Allah’u Teâlâ da, onların bu sözlerinden dolayı onlara, altlarından nehirler akan Cennetler ihsan buyurdu. Onlar orada ebedî kalacaklardır. İşte bu, muhsinlerin mükâfatıdır.* Kâfir olanlara ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da Cehennem ehlidirler.

İzah: Yahudilerin, Müslümanlara olan düşmanlığı hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا خَلَا يَهُودِيّ بِمُسْلِمٍ إِلَّا حَدَّثَ نَفْسه بِقَتْلِهِ. (أبو الشيخ وابن مردويه عن أبي هريرة)

″Yahudi biri, Müslüman biriyle yalnız kaldığı zaman, mutlakâ o Müslümanı öldürmeyi düşünmüştür″[1]

Ayrıca İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre, bu âyetler, Müslüman olan Necâşi ve onun arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: İslâmiyetin ilk yıllarında Peygamber Efendimizin emriyle Hz. Câfer b. Ebû Tâlib, Habeşistan’a hicret ettiği vakit, onlara Meryem Sûresi’ni okumuş ve sûre tamamlanıncaya kadar orada bulunan Hristiyan cemaatinin hepsi ağlamışlardı. Daha sonra Hz. Necâşi, kendi kavminin ulemâsından İslâm’a meyleden yet­miş kişiyi Fahr-i Kâinat Efendimize göndermiştir. Resûlü Ekrem de onlara Yâsîn Sûresi’ni okumuş, onlar da ağlayarak hemen Müslümanlığı kabul etmişlerdi.

Necâşi, Müslüman olarak vefat etmiştir. Onun vefat haberi Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘e ulaşınca, Medîne’de onun üzerine gıyâbî olarak cenâze namazını kıldırmıştır. Bu husus Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَى النَّجَاشِيَّ فِي الْيَوْمِ الَّذِى مَاتَ فِيهِ خَرَجَ إِلَى الْمُصَلَّى فَصَفَّ بِهِمْ وَكَبَّرَ أَرْبَعًا (خ ه ت عن ابى هريرة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Necâşi’nin vefâtını, onun öldüğü günü (mescitte bizzat) haber verdi. Sonra mescitten musallaya çıktı. Ashâbı ile saf bağlayarak dört tekbir aldı (gıyâbî olarak cenâze namazını kıldı).[2]

Âyet-i Kerîme’de: ″Bizi de şâhitler (Mü’minler) arasında kaydet″ ifadesinde geçen ″Şâhitler″’den maksat, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’ya göre, Ümmet-i Muhammed’dir. ″Şâhitler″ denilmesinin sebebi ise, Mü’minlerin mahşer gününde; Peygamberlerin, ümmetlerine Allah’ın emirle­rini tebliğ ettiklerine dair şâhitlik yapacak olmalarından dolayıdır. Bu hususta Sûre-i Bakara, Âyet 143’te Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″


[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 5, s. 371; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11259.

[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 622; Sünen-i İbn-i Mâce, Cenâiz 33.