MÜ’MİNÛN SÛRESİ

﴿ قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ ﴿١﴾

1. Muhakkak ki, Mü’minler felah buldular.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَمَّا خَلَقَ اللّٰه جَنَّة عَدْن وَغَرَسَ أَشْجَارهَا بِيَدِهِ فَقَالَ لَهَا تَكَلَّمِي فَقَالَتْ قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ (ك عن أنس)

″Allah’u Teâlâ Adn Cenneti’ni yaratıp, kendi eliyle[1] oranın ağaçlarını dikince, ona: ″Konuş″ dedi. O da: ″Muhakkak ki Mü’minler felah buldular″ dedi.[2]

﴿ اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ ﴿٢﴾

2. O Mü’minler ki, namazlarını huşû ile kılarlar.

İzah: Huşû, dâimâ Allah korkusunu üzerinde taşımaktır. Namazda ki huşû ise, bir kimsenin hem kalben ve hem de bedenen namazı tadili erkân üzere huzurlu ve edepli bir şekilde kılmasıdır. Huşûnun yeri kalptir. Kalp huşû içinde olduğu zaman, bütün beden de huşû içinde olur.

Nitekim Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, namaz kılarken sakalıyla uğraşan bir adamı gördü ve ona şöyle buyurdu:

لَوْ خَشَعَ قَلْب هَذَا خَشَعَتْ جَوَارِحه. (الحكيم عن أبي هريرة)

″Şâyet bu adamın kalbi huşû duymuş olsaydı, azaları da elbette huşû duyardı.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

تَعَوَّذُوا بِاللّٰهِ مِنْ خُشُوعِ النِّفَاقِ. قَالُوا: يَا رَسُولَ اللّٰهِ وَمَا خُشُوعُ النِّفَاقِ؟ قَالَ: خُشُوعُ الْبَدَنِ وَنِفَاقُ الْقَلْبِ (هب عن أبي بكر الصديق)

″Nifak olan huşûdan Allah’a sığının.″ Ashâb: ″Yâ Resûlallah! Nifak olan huşû nasıl oluyor?″ diye sorunca, buyurdu ki: ″Beden huşû içinde olurken kalbin nifak içinde olmasıdır.″[4]

Namazlarda huşûnun önemine dair çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

صَلِّ صَلَاةَ مُوَدِّعٍ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ كُنْتَ لَا تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ وايئسْ مِمَّا فِي أَيْدِي النَّاسِ تَعِشْ غَنِيًّا وَإِيَّاكَ وَمَا يُعْتَذَرُ مِنْهُ. (ابن النجار عن ابن عمر)

″Vedâlaşan kimse gibi namaz kıl. Bir de Allah’ı görür gibi namaz kıl. Eğer bu hâli kendinde bulamıyorsan, o takdirde en azından, Allah seni görüyor düşüncesi içinde namaz kıl.″[5]

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

سَأَلْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الْتِفَاتِ الرَّجُلِ فِي الصَّلَاةِ فَقَالَ إِنَّمَا هُوَ اخْتِلَاسٌ يَخْتَلِسُهُ الشَّيْطَانُ مِنْ صَلَاةِ الْعَبْدِ (د عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e: ″Namazda oraya buraya bakmak nedendir?″ diye sordum. ″Bu, kulun namazından şeytanın bir hırsızlığıdır″ diye cevap verdi.[6]

Şeytan hırsızdır. Kişinin iyi amellerinin tümünü veya birazını çalmak için arkasında gezen yan kesici gibidir. Namazda secde yerinden başka tarafa bakmak Allah’ın emrine muhâliftir. Hadis-i Şerif’te de geçtiği gibi, şeytan, kişiye vesvese vererek namazda secde yerinden başka tarafa, sağa sola baktırmak sûretiyle onun namazının sevabından çalar. Kişi eğer az bakmışsa sevabının azını, çok bakmışsa da sevabının çoğunu çaldırmış olur.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الرَّجُلَ لَيَنْصَرِفُ وَمَا كُتِبَ لَهُ إِلَّا عُشْرُ صَلَاتِهِ تُسْعُهَا ثُمْنُهَا سُبْعُهَا سُدْسُهَا خُمْسُهَا رُبْعُهَا ثُلُثُهَا نِصْفُهَا (د عن عمار بن ياسر)

″Kişi vardır, namazını kılar bitirir de kendisine namazın sevabının ancak onda biri yazılır. Kişi vardır, dokuzda biri, sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri yahut yarısı yazılır.″[7]

Yine bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakletmektedir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem mescide girmişti. Derken bir adam geldi ve namaz kıldı. Sonra gelip Peygamberimiz ile selamlaştı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona: ″Dön ve yeniden namaz kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın″ dedi. O da dönüp evvelce kıldığı gibi namaz kıldı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yine ona: ″Dön ve yeni baştan kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem üçüncüsünde de namazı tekrar kılmasını emredince, o şahıs: ″Seni hak üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, bu kıldığımdan başka daha iyi nasıl kılacağımı bilmiyorum. Bana doğrusunu öğretir misin Yâ Resûlallah?″ dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

إِذَا قُمْتَ إِلَى الصَّلَاةِ فَكَبِّرْ ثُمَّ اقْرَأْ مَا تَيَسَّرَ مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنِ ثُمَّ ارْكَعْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ رَاكِعًا ثُمَّ ارْفَعْ حَتَّى تَعْدِلَ قَائِمًا ثُمَّ اسْجُدْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ سَاجِدًا ثُمَّ ارْفَعْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ جَالِسًا وَافْعَلْ ذَلِكَ فِي صَلَاتِكَ كُلِّهَا (خ م عن ابى هريرة)

″Namaza durduğun vakit, başlangıç tekbirini al. Kur’ân’dan iyi bildiğin sûre veya âyetleri oku. Rükûya varınca beden azaların yerleşinceye kadar bekle. Rükûdan başını kaldırınca bedenin tamamen doğruluncaya kadar ayakta dur. Sonra secdeye kapan ve azaların yerleşinceye kadar orada kal. Secdeden başını kaldırınca azaların yerleşinceye kadar otur. Ardından tekrar secde yap ve azaların yerleşinceye kadar orada kal. Sonrasında ayağa kalk ve dimdik dur. Namazın bütün rek’atlarında aynen böyle yapmaya devam et!″[8]

Abdurrahman İbn-i Şibl Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

نَهَى رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ نَقْرَةِ الْغُرَابِ وَافْتِرَاشِ السَّبُعِ، وَأَنْ يُوَطِّنَ الرَّجُلُ الْمَكَانَ فِى الْمَسْجِدِ كَمَا يُوَطِّنُ الْبَعِيرُ (د عن عبد الرحمن بن شبل)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, kişinin namazda karga gagalayışı gibi acele yatıp kalkmasından, yırtıcı hayvan gibi oturuşundan ve mescitte belli bir yeri deve gibi devamlı mekân edinmesinden nehyetti.[9]

Bu nedenle namaz kılarken acele rükû ve secde yapılmaz. Ne kadar ağır kılınırsa o kadar iyi olur. Ayrıca namaz kılarken yalnız secde yerine bakılır. Namazda sırf Allah’ın korkusu ve sevgisi olup, mahşer, mizan, Cennet ve Cehennem düşünülür, tefekkür edilir. Yine Hadis-i Şerif’te de geçtiği üzere, eğer kişinin belli bir görevi yoksa, namazını mescitlerde devamlı aynı yerde değil, farklı yerlerde kılması gerekir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيَعْجِزُ أَحَدُكُمْ اِذَا صَلَّى أَنْ يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ أَوْ عَنْ يَمِينِهِ أَوْ عَنْ شِمَالِهِ يَعْنِى السُّبْحَةَ (ه عن ابى هريرة)

″Sizden birisi (imam selâm verince, sünnet) namaz kılacağı zaman, ileri gitmekten veya geri çekilmekten veya sağına yahut soluna çekilmekten âciz mi kalıyor?″[10]

İşte imam selâm verip farz namazdan çıktıktan sonra, cemaatin ileri geri ve sağa sola dağılarak kalan sünnet namazlarını kılmaları bu Hadis-i Şerif’ten dolayıdır.

﴿ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ ﴿٣﴾

3. O Mü’minler ki, boş şeylerden yüz çevirirler.

İzah: Bu âyetlerle ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

مِنْ حُسْنِ إِسْلَامِ الْمَرْءِ تَرْكُهُ مَا لَا يَعْنِيهِ (ت ه عن ابى هريرة)

″Boş şeyleri terk etmek, kişinin Müslümanlığının güzelli-ğindendir.″[11]

يَا حَفْصَةَإيَّاكَ وَكَثْرَةَ الْكَلاَمِفَإنَّ كَثْرَةَ الْكَلاَمِ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللّٰهِ تَمِيْتُ الْقَلْبَ وَعَلَيْكِ بِكَثْرَةِ ذِكْرِ اللّٰهِ فَإنَّهُ يُحْيِى الْقَلْبَ (الديلمى عن حفصة)

″Yâ Hafsa! Çok sözden sakın. Zîrâ zikrullahsız çok söz, kalbi öldürür. Allah’ı çok zikreden söz de, kalbi diriltir.″[12]

الصَّمْتُ حُكْمٌ وَقَلِيلٌ فَاعِلُهُ وَمَنْ كَثُرَ كَلَامُهُ فِيمَا لَا يَعْنِيهِ كَثُرَتْ خَطَايَاهُ (العسكرى عن ابى الدرداء)

″Sükût hikmettir ve onu yapan da azdır. Boş şeylerde çok konuşanın, hatâsı da çoktur.″[13]

Kulları ayıktırmak için Allah’ın emir ve nehiylerini anlatmak ise boş söz değildir.

﴿ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ ﴿٤﴾

4. O Mü’minler ki, zekâtlarını verirler.

İzah: Zekât, fakirin zenginin malı üzerindeki hakkıdır. Bu sebeple cami, Kur’ân Kursu, yol ve çeşme yapımı için zekât verilmez. Hattâ zengin fakir bütün halkın kullandığı her türlü hayır yerleri dahi olsa, oraların yapımına ve kullanımına zekât verilmez. Zekât, sâdece fakirin ve ihtiyaç sahibinin hakkıdır. Zekâtın kimlere verileceğine dair daha geniş bilgi için Sûre-i Tevbe, Âyet 60 ve izahına bakınız.

Ebû Said Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ أَعْرَابِيًّا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَخْبِرْنِي عَنْ الْهِجْرَةِ فَقَالَ وَيْحَكَ إِنَّ شَأْنَ الْهِجْرَةِ شَدِيدٌ فَهَلْ لَكَ مِنْ إِبِلٍ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَهَلْ تُؤَدِّي صَدَقَتَهَا قَالَ نَعَمْ قَالَ فَاعْمَلْ مِنْ وَرَاءِ الْبِحَارِ فَإِنَّ اللّٰهَ لَنْ يَتِرَكَ مِنْ عَمَلِكَ شَيْئًا (خ م عن ابى سعيد الخدرى)

Bir bedevî gelerek: ″Yâ Resûlallah! Bana hicretten haber ver″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Vah sana! O ağır bir iştir. Senin develerin var mı?″ dedi. Adam: ″Evet″ deyince, zekâtını veriyor musun?″ diye sordu. Adam: ″Evet″ deyince, ″Öyleyse sen o uzaklarda kal ve çalış. Zîrâ Allah senin amelinden hiçbir şeyi eksiltmeyecektir″ diye buyurdu.[14]

﴿ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ ﴿٥﴾ اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ ﴿٦﴾ فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ ﴿٧﴾

5-7. O Mü’minler ki, edep yerlerini muhafaza ederler.* Ancak zevceleri yahut sahip oldukları câriyeleri müstesnâ. Çünkü onlar, bu halde kınanmazlar.* Artık kim de bunlardan ötesini ararsa, işte onlar haddi aşanlardır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″O Mü’minler ki, edep yerlerini muhafaza ederler″ diye buyrulmaktadır. Yani, Mü’minler, temiz bir hayat yaşamaya gayret ederler. Tenâsül organlarını harama karşı dâimâ muhafaza ederler. Haram olan ilişkilerden, insanlık terbiyesine aykırı olan vaziyetlerden kaçınırlar. Örtülmesi icap eden azalarını açmaktan son derece sakınırlar. İslâmî edep kurallarına aykırı hareketlerde bulunmazlar.

Bu âyetlerde, Mut’a nikâhını yasaklamıştır. Zîrâ Mut’a nikahıyla evlenilen kadın, kendisiyle evlenen erkeğin ne eşidir, ne de câriyesidir. Dolayısıyla böyle bir nikah haramdır.

Bu hususta İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا كَانَتْ الْمُتْعَةُ فِي أَوَّلِ الْإِسْلَامِ كَانَ الرَّجُلُ يَقْدَمُ الْبَلْدَةَ لَيْسَ لَهُ بِهَا مَعْرِفَةٌ فَيَتَزَوَّجُ الْمَرْأَةَ بِقَدْرِ مَا يَرَى أَنَّهُ يُقِيمُ فَتَحْفَظُ لَهُ مَتَاعَهُ وَتُصْلِحُ لَهُ شَيْئَهُ حَتَّى إِذَا نَزَلَتْ الْآيَةُ {إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ} قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِىَ اللّٰه عَنْهُ فَكُلُّ فَرْجٍ سِوَى هَذَيْنِ فَهُوَ حَرَامٌ (ت عن ابن عباس)

Mut’a ancak İslâm’ın ilk dönemlerinde vardı. Bir erkek bilmediği bir beldeye gider orada bir kadınla, ikamet ettiği süreye göre evlenir, kadın onun eşyasını korur ve onunla ilgilenirdi. Sonra: ″ O Mü’minler ki, edep yerlerini muhafaza ederler.* Ancak zevceleri yahut sahip oldukları câriyeleri müstesnâ…″[15] diye devam eden âyetler nâzil oldu. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ sözüne devamla dedi ki:İşte bu ikisi dışında kalan her cinsel temas haramdır.″[16]

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّهُ كَانَ مَعَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي قَدْ كُنْتُ أَذِنْتُ لَكُمْ فِى الِاسْتِمْتَاعِ مِنَ النِّسَاءِ وَإِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَرَّمَ ذَلِكَ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ فَمَنْ كَانَ عِنْدَهُ مِنْهُنَّ شَيْءٌ فَلْيُخَلِّ سَبِيلَهُ وَلَا تَأْخُذُوا مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا. ( م ه الربيع بن سبرة)

″Ey insanlar! Ben size kadınlarla mut’a nikâhı yapmanıza izin vermiştim. Şimdi Allah’u Teâlâ bunu kıyâmet gününe kadar haram kılmış bulunmaktadır. Öyleyse, kimin yanında böyle mut’a nikâhlı bir kadın varsa artık ona yol versin. Artık onlara ücret olarak verdiğiniz herhangi bir şeyi geri almayın.″[17]

Bu hususta İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ da, Hz. Ömer’in bir hutbesini şöyle nakleder:

لَمَّا وَلِيَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ خَطَبَ النَّاسَ فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَذِنَ لَنَا فِي الْمُتْعَةِ ثَلَاثًا ثُمَّ حَرَّمَهَا وَاللّٰهِ لَا أَعْلَمُ أَحَدًا يَتَمَتَّعُ وَهُوَ مُحْصَنٌ إِلَّا رَجَمْتُهُ بِالْحِجَارَةِ إِلَّا أَنْ يَأْتِيَنِي بِأَرْبَعَةٍ يَشْهَدُونَ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ أَحَلَّهَا بَعْدَ إِذْ حَرَّمَهَا (ه عن ابن عمر)

Babam Ömer b. el-Hattâb, halife olunca halka bir hitabede bulunarak şöyle dedi: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, şüphesiz mut’a nikâhı için bize üç defa izin verdi. Sonra bunu haram kıldı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mut’a nikâhını haram kıldıktan sonra helâl kıldığına şâhitlik edecek dört şâhidi bana getir­medikçe, evli iken mut’a sûretiyle bir kadınla birleştiğini bilirsem, her hangi bir adamı mutlaka taşla recmedeceğime Allah’ın adıyla yemin ederim.″[18] Başka bir rivâyette de: ″Bu mut’a nikâhını bekâr kişiler yaparsa onlara da yüz değnek vuracağını, söylemiştir.″[19] Bu uygulama da zinânın hükmüdür.

Mü’minler, zinâ ve mut’a gibi fuhşiyattan uzak olurlar ve bunlara götüren yollardan da uzaklaşırlar. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَتَدْرُونَ مَا أَكْثَرُ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ الْجَنَّةَ تَقْوَى اللّٰهِ وَحُسْنُ الْخُلُقِأَتَدْرُونَ مَا أَكْثَرُ مَا يُدْخِلُ النَّاسَ النَّارَ اَلْأَجْوَفَانِ الْفَرَجُ وَالْفَمُ (ابو الشيخ فى الثواب والخرائطى عن ابى هريرة)

″Bilir misiniz insanların Cennete girmelerini en çok sağlayan şeyler nelerdir? Allah korkusu ve güzel ahlâktır. Bilir misiniz insanların Cehenneme girmesine en çok sebep olan şey nedir? İki aralıktır. Ağız ve bacak arasıdır.″[20]

﴿ وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ ﴿٨﴾

8. O Mü’minler ki, emânetlerine ve verdikleri söze riâyet ederler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَقَبَّلُوا لِي بِسِتٍّ أَتَقَبَّلُ لَكُمْ بِالْجَنَّةِ قَالُوا مَا هُنَّ؟ قَالَ إِذَا حَدَّثَ أَحَدُكُمْ فَلا يَكْذِبْ وَإِذَا وَعَدَ فَلا يُخْلِفْ وَإِذَا ائْتَمَنَ فَلا يَخُنْ غَضُّوا أَبْصَارَكُمْ وَكُفُّوا أَيْدِيَكُمْ وَاحْفَظُوا فُرُوجَكُمْ (ك هب عن انس)

″Şu altı şeye evet deyin, ben de size Cenneti garanti edeyim.″ ″Onlar nelerdir?″ denilince, buyurdu ki: ″Konuştuğu zaman yalan söylemesin. Söz verdiği zaman sözünde dursun. Kendisine bir şey emânet edildiği zaman hıyanette bulunmasın. Gözlerini haramdan sakınsın. Ellerini haramdan uzak tutsun ve edep yerlerini haramdan korusun.″[21]

Emânete riâyet etmek ve sözlerinde durmak gibi özellikler Mü’minlerin vasfıdır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فِيهِ كَانَ مُنَافِقًا خَالِصًا وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتَّى يَدَعَهَا إِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ وَإِذَا حَدَّثَ كَذَبَ وَإِذَا عَاهَدَ غَدَرَ وَإِذَا خَاصَمَ فَجَرَ (خ عن عبد اللّٰه بن عمرو)

″Dört şey her kimde bulunursa hâlis münâfık olur; her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münâfıklık­tan bir haslet kalmış olur. Bunlar şöyledir: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman hıyânet eder, söz söylerken yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz ve husumet ettiği zaman aşırı gider.″[22]

﴿ وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ ﴿٩﴾

9. O Mü’minler ki, namazlarına devam ederler.

İzah: Mü’minlerin bir vasfı da, namazlarını devamlı kılmalarıdır. Namazın önemine dair Sultân-ı Enbiyâ Efendimiz şöyle buyurmuştur:

اِنَّ أَوَّلَ مَا يُحَاسَبُ بِهِ الْعَبْدُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ صَلَاتُهُ فَاِنْ وُجِدَتْ تَامَّةً كُتِبَتْ تَامَّةً وَاِنْ كَانَ انْتُقِصَ مِنْهَا شَيْءٌ قَالَ انْظُرُوا هَلْ تَجِدُونَ لَهُ مِنْ تَطَوُّعٍ يُكَمِّلُ لَهُ مَا ضَيَّعَ مِنْ فَرِيضَةٍ مِنْ تَطَوُّعِهِ ثُمَّ سَائِرُ الْأَعْمَالِ تَجْر۪ى عَلَى حَسَبِ ذَلِكَ (ن ت ه عن ابى هريرة)

″Mahşer gününde kulun işlediği amellerinden ilk olarak hesap vereceği şey, namazdır. Eğer namazı tamam ise, tamamdır, değilse Allah’u Teâlâ: ″Kulumun nafile namazlarına bakın″ buyurur. Nafile namazları varsa farzlardan eksikleri onunla tamamlanır. Böylece diğer amellerin hesabı da bu şekilde görülür.″[23]

﴿ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ ﴿١٠﴾ اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿١١﴾

10-11. İşte vâris olanlar bunlardır.* Bunlar, Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebedî kalırlar.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Vâris olanlar″ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا لَهُ مَنْزِلَانِ مَنْزِلٌ فِي الْجَنَّةِ وَمَنْزِلٌ فِي النَّارِ فَإِذَا مَاتَ فَدَخَلَ النَّارَ وَرِثَ أَهْلُ الْجَنَّةِ مَنْزِلَهُ فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَى {أُولَئِكَ هُمْ الْوَارِثُونَ} (ه عن ابى هريرة)

″Her bir kimse için, biri Cennette biri de Cehennemde olmak üzere iki makam vardır. Bir adam ölüp de Cehenneme girdiği zaman, Cennet halkı o kimsenin Cennetteki makamına vâris olur. İşte Cennet ehlinin, Cehennemlik olanların Cennetteki makamlarına vâris olmaları, Allah’u Teâlâ’nın: ″İşte vâris olanlar bunlardır″[24] diye geçen buyruğunun vurguladığı bir hükümdür.″[25]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الْعَبْدَ إِذَا وُضِعَ فِي قَبْرِهِ وَتَوَلَّى عَنْهُ أَصْحَابُهُ وَإِنَّهُ لَيَسْمَعُ قَرْعَ نِعَالِهِمْ أَتَاهُ مَلَكَانِ فَيُقْعِدَانِهِ فَيَقُولَانِ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ لِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَمَّا الْمُؤْمِنُ فَيَقُولُ أَشْهَدُ أَنَّهُ عَبْدُ اللّٰهِ وَرَسُولُهُ فَيُقَالُ لَهُ انْظُرْ إِلَى مَقْعَدِكَ مِنَ النَّارِ قَدْ أَبْدَلَكَ اللّٰهُ بِهِ مَقْعَدًا مِنَ الْجَنَّةِ فَيَرَاهُمَا جَمِيعًا قَالَ قَتَادَةُ وَذُكِرَ لَنَا أَنَّهُ يُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى حَدِيثِ أَنَسٍ قَالَ وَأَمَّا الْمُنَافِقُ وَالْكَافِرُ فَيُقَالُ لَهُ مَا كُنْتَ تَقُولُ فِي هَذَا الرَّجُلِ فَيَقُولُ لَا أَدْرِي كُنْتُ أَقُولُ مَا يَقُولُ النَّاسُ فَيُقَالُ لَا دَرَيْتَ وَلَا تَلَيْتَ وَيُضْرَبُ بِمَطَارِقَ مِنْ حَدِيدٍ ضَرْبَةً فَيَصِيحُ صَيْحَةً يَسْمَعُهَا مَنْ يَلِيهِ غَيْرَ الثَّقَلَيْنِ (خ عن ابن بن مالك)

Kul, kabri içine konulduğu ve arkadaşları ile cemâati geriye dönüp gittikleri zaman ki; ölü bunların yürürken çı­kardıkları ayakkabılarının seslerini bile muhakkak işitir. Ona iki me­lek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i kastederek, ″Şu kimse hakkında ne derdin?″ diye sorar­lar. Bu soruya muhatap olan Mü’min kul: ″Onun, Allah’ın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederim″ der. Bunun üzerine melekler tarafından: ″Cehennemdeki oturacak yerine bak. Allah’u Teâlâ, bu azap yerini se­nin için Cennetten bir oturacak makama çevirdi″ denilir de o Mü’min kul, Cehennem ve Cennetteki o iki makâmını beraberce görür.

Katâde Hazretleri der ki:

O Mü’min kişiye, kabri içinde bir genişlik verileceği bize zikrolundu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Münâfık ve kâfire gelince, ona da; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i kastederek, ″Şu kimse hakkında ne derdin?″ diye sorulur. O da: ″Ben, O’nun hakkında bir şey bilmiyorum. Ben sâdece insanla­rın O’nun hakkında söyleyegeldikleri sözü söylerdim″ diye cevap ve­rir. Bunun üzerine ona: ″Anlamadın ve uymadın″ de­nir ve ona demirden tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur ki, o kimse şiddetli bir çığlık atarak bağırır. Bu bağırışı, insan ve cinden başka, bu ölüye yakın olan her şey işitir.″[26]

Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Rahmân, Âyet 46’da şöyle buyurmuştur:

″Rabbinin makâmından (huzuruna çıkıp hesap vermekten) korkan kimse için iki Cennet vardır.″

İşte Cehennemlik olan kâfirlerin Cennetteki makamları da, Cennetlik olan Mü’minlere verildiği için, Mü’minler iki Cennete sahip olurlar. Aynı şekilde Cehenneme giden kâfirler ise, Cennete giren Mü’minin Cehennemdeki makamına vâris olur. Böylece kâfirler de Cehennemde iki kat azap görürler.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَا يَمُوتُ رَجُلٌ مُسْلِمٌ إِلَّا أَدْخَلَ اللّٰهُ مَكَانَهُ النَّارَ يَهُودِيًّا أَوْ نَصْرَانِيًّا (م حم عن عمر بن عبد العزيز عن ابيه)

″Müslüman bir adam ölünce (mahşerde), onun Cehennemdeki makâmına Allah’u Teâlâ, ya bir Yahudiyi ya da bir Hristiyanı atar.″[27]


[1] Bu Hadis-i Şerif’te geçen ″Kendi eliyle″ ifadesi müteşâbihtir.

[2] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 3439.

[3] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 5891.

[4] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 6714.

[5] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 5253.

[6] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 160-161;Sünen-i Tirmizî, Cuma 59.

[7] Sünen-i Ebû Dâvud, Salât 124

[8] Sahih-i Buhârî, Ezan 95; Sahih-i Müslim, Salat 11 (45 Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 423.

[9] Sünen-i Ebû Dâvud, Salat 143-144; Sünen-i Nesâî, Tatbik 55.

[10] Sünen-i İbn-i Mâce, İkâmet’us-Salât 203; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 51/10.

[11] Sünen-i Tirmizî, Zühd 11; Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 21.

[12] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 496/11.

[13] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 219/6.

[14] Sahih-i Buhârî, Zekât 36; Sahih-i Müslim, İmâre 20 (87 Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 1.

[15] Sûre-i Mü’minûn, Âyet 5-6.

[16] Sünen-i Tirmizî, Nikah 28.

[17] Sahih-i Müslim, Nikah 3 (21), Sünen-i İbn-i Mâce, Nikâh 44, Sünen-i Dârimî, Nikah 16

[18] Sünen-i İbn-i Mâce, Nikah 44.

[19] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 45714.

[20] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 12/8.

[21] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 256/7.

[22] Sahih-i Buhârî, Îman 24.

[23] Sünen-i Nesâî, Salât: 9; Sünen-i İbn-i Mâce, İkâme’us-Salât 202.

[24] Sûre-i Mü’minûn, Âyet 10.

[25] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 39.

[26] Sahih-i Buhârî, Cenâiz 86.

[27] Sahih-i Müslim, Tevbe 8 (49 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18739.