ZUHRUF SÛRESİ

﴿ وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَقَالَ اِنّ۪ي رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٤٦﴾ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِاٰيَاتِنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَضْحَكُونَ ﴿٤٧﴾

46-47. Yemin olsun ki, Mûsâ’yı mûcizelerimizle Firavun’a ve onun kavmine gönderdik. Mûsâ, onlara: ″Şüphesiz ben, âlemlerin Rabbinin Resûlüyüm″ dedi.* Mûsâ onlara mûcizelerimiz ile gelince, onlar da alay ederek gülmeye başladılar.

﴿ وَمَا نُر۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ اِلَّا هِيَ اَكْبَرُ مِنْ اُخْتِهَاۘ وَاَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٤٨﴾

48. Onlara gösterdiğimiz her mûcize, muhakkak diğerinden daha büyük idi. Bulundukları halden dönmeleri için (kıtlık, tufan ve çekirge gibi musîbetlerle) onları azâba uğrattık.

﴿ وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ ﴿٤٩﴾ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ ﴿٥٠﴾

49-50. Onlar azâbı görünce, Mûsâ’ya: ″Ey sihirbaz! (Duânı kabul edeceğine dair) Rabbinin sana olan vaadi hürmetine, bizden azâbı kaldırması için O’na duâ et. Biz artık doğru yola gireceğiz″ dediler.* Fakat Biz, (Mûsâ Aleyhisselâm’ın duâsıyla) onlardan azâbı kaldırınca, verdikleri ahidden hemen dönüverdiler.

İzah: Firavun ve kavminin bulundukları küfür hâlinden dönmeleri için Allah’u Teâlâ’nın onlara verdiği musîbetler hakkında geniş bilgi için Sûre-i A’râf, Âyet 132-134 ve izahına bakınız.

﴿ وَنَادٰى فِرْعَوْنُ ف۪ي قَوْمِه۪ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَيْسَ ل۪ي مُلْكُ مِصْرَ وَهٰذِهِ الْاَنْهَارُ تَجْر۪ي مِنْ تَحْت۪يۚ اَفَلَا تُبْصِرُونَۜ ﴿٥١﴾ اَمْ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْ هٰذَا الَّذ۪ي هُوَ مَه۪ينٌ وَلَا يَكَادُ يُب۪ينُ ﴿٥٢﴾ فَلَوْلَٓا اُلْقِيَ عَلَيْهِ اَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ الْمَلٰٓئِكَةُ مُقْتَرِن۪ينَ ﴿٥٣﴾

51-53. Firavun, kavmine hitâben övünerek dedi ki: ″Ey kavmim! Mısır’ın mülkü benim değil mi? Bu nehirler de, köşklerimin altından akmıyor mu? Siz benim azametimi görmüyor musunuz?* Yoksa ben, hakir ve neredeyse meramını ifade edemeyecek olan bu Mûsâ’dan daha hayırlı değil miyim?* Dâvâsında doğru ise, kollarına altın bilezikler takılsa veya beraberinde melekler gelip onu destekleseler ya!″

İzah: Müfessirlerin beyanına göre, Firavun zamanında reislik makamına getirilen bir adamın kollarına altın bilezik ve boynuna altın takı takmak adet idi.

Bu hususta Mücâhid Hazretleri şöyle buyurmuştur:

Onlar bir adama bilezik taktılar mı, kollarına iki bilezik takarlar ve boynuna altın bir halka dolarlardı. Bu da onun efendi ve soylu birisi olduğuna alâmet idi. Bu bakımdan Firavun: ″Eğer Mûsâ doğru söy­leyen birisi ise, Mûsâ’nın Rabbi, onun üzerine niçin altından bilezikler takmıyor?″ demişti.

﴿ فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَاَطَاعُوهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ ﴿٥٤﴾ فَلَمَّٓا اٰسَفُونَا انْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ ﴿٥٥﴾ فَجَعَلْنَاهُمْ سَلَفًا وَمَثَلًا لِلْاٰخِر۪ينَ۟ ﴿٥٦﴾

54-56. Firavun, kavmini küçümsedi. Buna rağmen onlar, Mûsâ’yı yalanlamada kendisine tâbi oldular. Çünkü onlar fâsık bir kavim idi.* İnat ve isyanda ileri gitmekle Bizi gazaplandırdıkları vakit, onlardan intikam aldık ve hepsini gark ettik.* Böylece onları, kendilerinden sonra gelenlere bir ibret ve misal kıldık.

İzah: Firavun ve askerlerinin Kızıldeniz’de gark olmaları hakkında geniş bilgi için Sûre-i Şuarâ, Âyet 63-66 ve izahına bakınız.