AHZÂB SÛRESİ

﴿ لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًاۜ ﴿٢١﴾

21. Yemin olsun ki Resûlullah’ta, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenler için güzel bir numune vardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’ye göre, Hendek Savaşı’nda Müslümanlar Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanında sebat edip, onu örnek alarak emrinden ayrılmamışlardır. İşte Mü’minler burada olduğu gibi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bütün yaşantısını, sünnetlerini nûmune olarak kabul edip, kendi yaşantılarında uygulamışlardır. Bu, Allah’ın emridir.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünneti iki kısma ayrılır. Bu hususta Mekhûl Hazretlerinden şöyle nakledilmiştir:

السُّنَّةُ سُنَّتَانِ: سُنَّةٌ الأَخْذُ بِهَا فَرِيضَةٌ وَتَرْكُهَا كُفْرٌ، وَسُنَّةٌ الأَخْذُ بِهَا فَضِيلَةٌ وَتَرْكُهَا إِلَى غَيْرِ حَرَجٍ. (الدارمى عن مكحول)

″Sünnet iki çeşittir: Bir sünnet var ki, onu almak farz, bırakmak küfürdür. Bir sünnette var ki, onu almak fazilet, onu bırakıp başkasını (bid’ati) almak günahtır.″[1]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

السُّنَّةُ سُنَّتَانِ: سُنَّةٌ فِي فَرِيضَةٍ، وَسُنَّةٌ فِي غَيْرِ فَرِيضَةٍ، السُّنَّةُ الَّتِي فِي الْفَرِيضَةِ أَصْلُهَا فِي كِتَابِ اللّٰهِ، أَخْذُهَا هُدًى، وَتَرْكُهَا ضَلالَةٌ، وَالسُّنَّةُ الَّتِي لَيْسَ أَصْلُهَا فِي كِتَابِ اللّٰهِ الأَخْذُ بِهَا فَضِيلَةٌ، وَتَرْكُهَا لَيْسَ بِخَطِيئَةٍ (طب عن ابى هريرة)

″Sünnet ikidir. Biri, farzın içinde olan sünnet; biri de, farzın dışında olan sünnet. Farzın içinde olan sünnetin aslı Allah’ın kitabındadır. Ona uymak hidâyettir, terki ise dalâlettir. Aslı Allah’ın kitabında olmayan sünnete uymak da sevaptır, terki ise günah değildir.″[2]

Bu hadisten anlaşılan, sünnet iki kısımdır. Biri farz hükmünde olan sünnettir. Bu sünnete uymak farz, terk etmek ise günahtır. İkincisi de nâfile olan sünnettir. Bu sünnete uyulduğu zaman sevap vardır, uyulmadığında ise günah yoktur.

Hadis-i Şerif’te: ″Farz olan sünnetin aslı Allah’ın kitabındadır″ diye geçen ifadeden maksat, ″Allah’a ve Resûlüne itaat edin″[3] diye geçen âyetlerdir. Resûlüne itaat, Allah’a itaat gibidir. Eğer bir kimse Allah’ın Resûlüne itaat etmezse, Allah’a da itaat etmemiş olur. Bu nedenle Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bir şeyi emrettiği zaman, kesin olarak ona itaat edilmesi farz olur. Bu hususta geçen âyetlerden bâzıları şöyledir.

Sûre-i Necm, Âyet: 3-4:

O (Muhammed Aleyhisselâm), kendi hevâsından konuşmaz.* Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.″

Sûre-i Ahzâb, Âyet 36:

″Allah ve Resûlü, bir iş hakkında hükmettiği zaman, hiçbir Mü’min erkek ve hiçbir Mü’min kadın için, artık o işte seçme hakkı olamaz. Her kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse, şüphesiz ki apaçık bir dalâlete düşmüş olur.″

Bu hususta Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün hutbesinde bize şöyle hitap etti:

أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ فَرَضَ عَلَيْكُمْ الْحَجَّ فَحُجُّوا فَقَالَ رَجُلٌ أَكُلَّ عَامٍ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَسَكَتَ حَتَّى قَالَهَا ثَلَاثًا فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ وَلَمَا اسْتَطَعْتُمْ ثُمَّ قَالَ ذَرُونِي مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَالِهِمْ وَاخْتِلَافِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَيْءٍ فَدَعُوهُ (م ن حم عن ابى هريرة)

″Ey insanlar! Allah’u Teâlâ üzerinize haccı farz kıldı, haccedin″ buyurunca, Adamın biri, ″Her sene mi Yâ Resûlallah?″ diye sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem sükût etti. O kişi aynı soruyu üçüncü kez tekrar sorunca, buyurdu ki: ″Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, evet deseydim hac üzeri­nize her sene farz olacaktı. Üzerinize farz olsaydı, buna güç yetiremeyecektiniz. Ben sizi bıraktı­ğım sürece siz de beni bırakın. Sizden öncekiler çok soru sormaları ve Peygamberlerine karşı muhalefet etmeleri sebebiyle helâk oldular. Ben size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği kadar tutun. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman da ondan sakının.″[4]

Ebû Said İbn’ul-Muallâ Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

كُنْتُ أُصَلِّي فِي الْمَسْجِدِ فَدَعَانِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمْ أُجِبْهُ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنِّي كُنْتُ أُصَلِّي فَقَالَ أَلَمْ يَقُلْ اللّٰهُ {اسْتَجِيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ} (خ د ن عن سعيد بن المعلى)

Ben, Mescid-i Nebevî’de (nâfile) namaz kılıyordum. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için icâbet edemedim. Sonra yanına gelerek: ″Yâ Resûlallah! Namaz kılıyordum″ dedim. Bana: ″Allah’u Teâlâ, kitabında: ″Ey îman edenler! Resûl, kalplerinizi dîni hakikatler ile ihyâ için sizi dâvet ettiği vakit, Allah’a ve Resûlüne icâbet edin…″[5] diye buyurmuyor mu?″ dedi...[6]

Haram ve helâl olan şeylerin bir kısmı âyetle belirlenmiş, bâzıları da bizzat Peygamberimiz tarafından belirlenmiştir. Bu hususta da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ أَلا يُوشِكُ شَبْعَانٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ، وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ. أَلَا لَا يَحِلُّ لَكُمُ الْحِمَارُ الأَهْلِيُّ وَلَا كُلُّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَلَا لُقَطَةُ مُعَاهَدٍ إِلَّا أَنْ يَسْتَغْنِيَ عَنْهَا صَاحِبُهَا وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فَعَلَيْهِمْ أَنْ يَقْرُوهُ. فَإِنْ لَمْ يَقْرُوهُ فَلَهُ أَنْ يُعْقِبَهُمْ بِمِثْلِ قِرَاهُ. (د طب عن المقدام بن معدي كرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[7] ″Haberiniz olsun! Sizin için evcil olan eşek eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanların eti size helâl değildir. Bir muâhidin (kendisiyle barış ortamında olunan ve İslâm Dîni’nin haricinde olan kimselerin) yitiği size helâl olmaz. Ancak sahibi ona ihtiyaç duymayıp helâl ederse müstesnâ.″[8]

Allah’u Teâlâ âyetlerde, beş vakit namaza işâret ederek bu namazları vaktinde kılmamızı emretmiştir. Fakat nasıl ve kaç rek’at kılacağımızı açıklamamıştır. Allah, namazın nasıl kılınacağını Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e öğretmiş ve bizim de ondan öğrenmemiz gerektiğine işâret etmiştir. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ عن مالك)

″Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın.″[9] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ (م عن جابر)

″Hacca ait ibâdetlerin uygulamalarını benden alın″[10] diye buyurmuştur.

Bir de farz hükmünde olmayan sünnetler vardır. Bunlar; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisinin yaptığı ve ümmetine de nâfile olarak yapılmasını tavsiye ettiği; misvak kullanmak, sarık sarmak ve teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbin namazları gibi nâfile ibâdetlerdir. Bu sünnetler yapıldığında sevap vardır, yapılmadığında da günah yoktur.

Yine Sûre-i Ahzâb, Âyet 21’de: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenler″ ifadesiyle, zikrullahın önemine dikkat çekilmektedir.

Bu hususta Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ şöyle buyurmuştur:

كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَذْكُرُ اللّٰهَ جَمِيعَ اَحْيَانِهِ (خ م د ت حم حب ه عن عائشة)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, her vakit zikrullah ederdi.″[11]

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

كَانَ لَا يَكُونُ فِى الْمُصَلِّينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ صَلَاةً وَلَا يَكُونُ فِى الذَّاكِرِينَ اِلَّا كَانَ اَكْثَرُهُمْ ذِكْرًا (ابو نعيم خط عن ابن مسعود)

″Namaz kılanlar içinde herkesten fazla namazı Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem kılardı. Allah’u Teâlâ’yı zikredenler içinde de herkesten fazla zikri o yapardı.″[12] Namazda da zikirde de hepimizden ileriydi, demektir.

İşte her dâim ve her hâl üzere Allah’ı zikretmemiz ve bu hususta, âyette de geçtiği üzere Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i örnek almamız gerekir.

Zikrullah hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 151, 200 ve izahlarına bakınız.


[1] Sünen-i Dârimi, Mukaddime, 49.

[2] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 785.

[3] Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 31, 50; Sûre-i Nûr, Âyet,52, 54, 56; Sûre-i Necm, Âyet: 3; Sûre-i Tevbe, Âyet 71; Sûre-i Şuarâ, Âyet 108, 110, 131, 150, 179, Sûre-i Ahzâb, Âyet 33, Sûre-i Muhammed, Âyet 33.

[4] Sahih-i Müslim, Hac 73 (412 Sünen-i Nesâî, Menasik’ul-Hac 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 10199.

[5] Sûre-i Enfal, Âyet 24.

[6] Sahih-i Buhârî, Tefsir’ul-Fâtiha 1; Sünen-i Nesâî, İftitah 26; Sünen-i Ebû Dâvud, Vitir 15.

[7] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[8] Rudâni, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3920, 3921, 6216.

[9] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb, 27.

[10] Sahih-i Müslim, Hac 51 (310).

[11] Sahih-i Müslim, Hayz 30 (117 Sünen-i Ebû Dâvud, Tahâre 9; Sünen-i Tirmizî, Daavât 7.

[12] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 547/15; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 17931..