HACC SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ارْكَعُوا وَاسْجُدُوا وَاعْبُدُوا رَبَّكُمْ وَافْعَلُوا الْخَيْرَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ ﴿٧٧﴾ وَجَاهِدُوا فِي اللّٰهِ حَقَّ جِهَادِه۪ۜ هُوَ اجْتَبٰيكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدّ۪ينِ مِنْ حَرَجٍۜ مِلَّةَ اَب۪يكُمْ اِبْرٰه۪يمَۜ هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ مِنْ قَبْلُ وَف۪ي هٰذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَه۪يدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِۚ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللّٰهِۜ هُوَ مَوْلٰيكُمْۚ فَنِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿٧٨﴾

77-78. Ey îman edenler! Rükû edin, secde edin, Rabbinize ibâdette bulunun ve hayır işleyin ki, kurtuluşa eresiniz.* Allah yolunda hakkıyla cihat ile mücâhedede bulunun. O, sizi seçti ve dinde size güçlük vermedi. Dîninizi, babanız İbrâhim’in dîni gibi genişletti. Mahşer gününde Resûl’ün, sizin üzerinize şâhit olması ve sizin de (Peygamberlerin, tebliğ görevlerini yerine getirdiklerine dair) insanlar üzerine şâhitlikte bulunmanız için sizi önceki kitaplarda ve Kur’ân’da ″Müslüman″ diye isimlendirdi. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sığının. O, sizin mevlânızdır (velînizdir). O, ne güzel mevlâdır ve ne güzel yardımcıdır.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen cihat iki kısımdır. Biri Allah için kâfirlerle yapılan cihattır. Diğeri de kişinin Allah için kendi nefsiyle yaptığı cihattır. Kâfirle yapılan cihat hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيُّهَا النَّاسُ لَا تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعَدُوِّ وَاسْأَلُوا اللّٰهَ الْعَافِيَةَ فَإِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا وَاعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلَالِ السُّيُوفِ (خ م عن بن ابى اوفى)

″Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin! Allah’tan afiyet (rahatlık, huzur, saadet) isteyin. Fakat düşman da karşınıza çıkarsa, o zaman da sebat-ı kadem edin (sağlam durup düşmandan kaçmayın) ve bilin ki Cennet kılıçların gölgesi altındadır…″[1]

Kişinin nefsiyle yaptığı cihat hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْمُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ (ت حم عن فضالة)

″Asıl mücâhit, nefsi ile cihat eden kimsedir.″[2]

Câbir Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir diğer Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmaktadır:

قَدِمَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ غَزَاةٍ فَقَالَ عَلَيْهِ الصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ: قَدِمْتُمْ خَيْرَ مُقَدَّمٍ وَقَدِمْتُمْ مِنَ الْجِهَادِ الْأَصْغَرِ اِلَى الْجِهَادِ الْأَكْبَرِ قَالُوا: وَمَا الْجِهَادُ الْأَكْبَرُ؟ قَالَ: مُجَاهَدَةُ الْعَبْدِ هَوَاهُ (الديلمي الخطيب في تاريخه عن جابر)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bir harpten[3] dönerken: ″Daha hayırlı olana dönüş yapıyorsunuz. Küçük cihattan büyük cihada dönüyorsunuz″ buyurdu. Sahâbîler: ″O büyük cihat nedir?″ dediler. ″Kulun nefsiyle edeceği cihattır″ buyurdu.[4]

Cihadın iki kısım olduğuna dair daha geniş bilgi için Sûre-i Nisâ, Âyet 95-96’nın izahına bakınız.

Yine Allah’u Teâlâ Sûre-i Hacc, Âyet 78’de: ″Dinde size güçlük vermedi″ diye buyurmaktadır. Bu husus Sûre-i Bakara, Âyet 185’te de: ″Allah’u Teâlâ sizin için kolaylık ister, güçlük istemez″ diye geçmektedir. Bu hususta çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الدِّينَ يُسْرٌ وَلَنْ يُشَادَّ الدِّينَ أَحَدٌ إِلَّا غَلَبَهُ (خ عن ابى هريرة)

″Bu din, kolaylık dînidir. Kimse dîni geçmeye çalışmasın. Üstünlük dinde kalır.″[5]

Hz. Âişe Radiyallâhu anhâ da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

مَا خُيِّرَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ أَمْرَيْنِ إِلَّا أَخَذَ أَيْسَرَهُمَا مَا لَمْ يَكُنْ إِثْمًا فَإِنْ كَانَ إِثْمًا كَانَ أَبْعَدَ النَّاسِ مِنْهُ وَمَا انْتَقَمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِنَفْسِهِ إِلَّا أَنْ تُنْتَهَكَ حُرْمَةُ اللّٰهِ فَيَنْتَقِمَ لِلّٰهِ بِهَا (خ م عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem iki şey arasında serbest bırakıldığında, günah olmadığı sürece mutlaka en kolayını seçerdi. Günah olursa da, bundan en uzak insan da, O olurdu. Allah’u Teâlâ’nın hürmeti çiğnenmediği sürece nefsi için intikam almamış ve eğer Allah’u Teâlâ’nın hürmeti çiğnenmiş ise, onun cezâsını mutlaka vermiştir.[6]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلَا تُنَفِّرُوا (خ عن انس بن مالك)

″Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.″[7]

Yine Âyet-i Kerîme’de, ″Babanız İbrâhim″ diye bir ifade geçmektedir. İbrâhim Aleyhisselâm, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallâhu aleyhi ve sellem’in atasıdır. Bu sebeple Ümmet-i Muhammed’in de babası durumundadır. Çünkü bir Peygamberin ümmeti, onun evlâdı hükmündedir.

Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Ahzâb, Âyet 6’da: ″Peygamber, Mü’minlere kendi canlarından daha evlâdır. Onun zevceleri de Mü’minlerin anneleridir″ diye geçen buyruğundan dolayı, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de Mü’minlerin babasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

آلُ مُحَمَّدٍ كُلُّ تَقِىٍّ (طس عق ك فى تاريخه عن انس)

″Takvâ olanın hepsi, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ailesidir.″[8]

Nûh Aleyhisselâm’ın oğlullarından Kenan gemiye binmemişti. Suda boğulurken Kenan, babasına: ″Baba beni kurtar″ dedi. Nûh Aleyhisselâm da onu kurtarmak için gemiyi oğlundan tarafa çevirince, Sûre-i Hûd, Âyet 46’da geçtiği üzere Allah’u Teâlâ, ″Ey Nûh! O senin ehlinden değildir.″ Yani, ″Kim senin gemine bindi ise, senin evlâdın odur″ diye buyurdu. Öz evlâdı olmasına rağmen, babasına itaat etmeyerek gemiye binmediği için, Allah katında Nûh Aleyhisselâm’ın evlâdı olmadığı beyan edilmiş ve Nûh Aleyhisselâm’a itaat ederek gemiye binenlerin onun evlâdı olduğu söylenmiştir. Yani her kim Peygamberlere îman ve itaat edip onun yolundan giderse, Allah katında onun evlâdı olur.

Yine Sûre-i Hacc, Âyet 78’de Allah’u Teâlâ, Resûlünün Ashâbını ve ümmetini önceki kitaplarda övdüğünü ve diğer ümmetlere üstün kılıp mahşerde diğer Peygamberlerin görevlerini yaptıklarına dair şâhitlik edeceklerini, açık bir şekilde beyan etmektedir.

Ümmet-i Muhammed’in mahşerde Peygamberlere nasıl şâhitlik ettiklerine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الرَّجُلَانِ وَيَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الثَّلَاثَةُ وَأَكْثَرُ مِنْ ذَلِكَ وَأَقَلُّ فَيُقَالُ لَهُ هَلْ بَلَّغْتَ قَوْمَكَ فَيَقُولُ نَعَمْ فَيُدْعَى قَوْمُهُ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَكُمْ فَيَقُولُونَ لَا فَيُقَالُ مَنْ يَشْهَدُ لَكَ فَيَقُولُ مُحَمَّدٌ وَأُمَّتُهُ فَتُدْعَى أُمَّةُ مُحَمَّدٍ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَ هَذَا فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيَقُولُ وَمَا عِلْمُكُمْ بِذَلِكَ فَيَقُولُونَ أَخْبَرَنَا نَبِيُّنَا بِذَلِكَ أَنَّ الرُّسُلَ قَدْ بَلَّغُوا فَصَدَّقْنَاهُ قَالَ فَذَلِكُمْ قَوْلُهُ تَعَالَى {وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا} (ه عن ابى سعيد)

Mahşer günü, bir Peygamber beraberinde ümmeti olarak iki adam olduğu halde gelir. Bir başka Peygamber, beraberinde ümmeti olarak üç kişi bulunduğu halde gelir. Bundan fazla ve az ümmetle gelen Peygamberde olur. Sonra o gelen her Peygambere: ″Sen kendi kavmine dîni tebliğ ettin mi?″ diye sorulur. O da, ″Evet″ der. Sonra onun kavmi huzura çağrılarak, ″Peygamberiniz size dîni tebliğ etti mi?″ denilir. Onlar: ″Hayır″ derler. Bunun üzerine onların Peygamberlerine: ″Kavmine, senin dîni tebliğ ettiğine dair şâhidin kimdir?″ denilir. O da, ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem ve ümmeti″ der. Bunun üzerine Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti çağrılır ve onlara: ″Bu Peygamberler, kavmine dîni tebliğ etti mi?″ diye sorulur. Onlar da, ″Evet″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetine: ″Bu Peygamberlerin, kendi kavmine dîni tebliğ ettiğine dair bilginiz nedir?″ der. Onlar da, ″Peygamberlerin, kendi kavimlerine dîni tebliğ ettiklerini bize Peygamberimiz haber verdi, biz de onu tasdik ettik″ derler. İşte bu açıklama Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Bakara, Âyet 143’te: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″ diye geçen buyruğunun muhtevâsıdır.[9]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَنَا وَأُمَّتِى يَوْم الْقِيَامَة عَلَى كَوْم مُشْرِفِينَ عَلَى الْخَلَائِق مَا مِنَ النَّاس أَحَد إِلَّا وَدَّ أَنَّهُ مِنَّا وَمَا مِنْ نَبِيّ كَذَّبَهُ قَوْمه إِلَّا وَنَحْنُ نَشْهَد أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ رِسَالَة رَبّه عَزَّ وَجَلَّ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Ben ve ümmetim mahşer gününde yüksekçe bir yerden halkı gözetleriz. Her­kes ister ki, kendisi de bizden olsun. Hangi Peygamberi kavmi yalan­larsa biz, o Peygambere şâhitlik eder ve o Peygamberin Rabbi Azze ve Celle’nin emilerini tebliğ ettiğine şâhitlik ederiz.″[10]

Yine Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti için, ″Sizi önceki kitaplarda ve Kur’ân’da ″Müslüman″ diye isimlendirdi″ diye buyurmaktadır. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَسَمَّى اللّٰهُ بِاسْمَيْنِ، سَمَّى بِهِمَا أُمَّتِي؛ هُوَ السَّلَامُ وَسَمَّى أُمَّتِي الْمُسْلِمِينَ، وَهُوَ الْمُؤْمِنُ وَسَمَّى أُمَّتِي الْمُؤْمِنِينَ. (ابن أبي شيبة في المصنف وإسحق بن راهويه في مسنده ، عن مكحول)

″Allah’u Teâlâ kendini iki simle isimlendirmiş ve bu iki ismi ümmetime de koymuştur: Allah’u Teâlâ, Selâm’dır ve ümmetimi Müslümanlar olarak isimlendirmiştir. Yine Allah’u Teâlâ, Mü’min’dir ve ümmetimi Mü’minler olarak isimlendirmiştir.″[11]


[1] Sahih-i Buhârî, Cihat 114; Sahih-i Müslim, Cihat 6 (19-21).

[2] Sünen-i Tirmizî, Fedâil’ul-Cihat 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 22840.

[3] Bu Hadis-i Şerif’te geçen harp, Tebuk Gazvesi’dir (Gunyet’üt-Tâlibîn, c. 1, s. 155).

[4] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 11719, 11260; Râmûz’ul-Ehâdîs, 334/6; İmam Gazâli, İhyâ-u-Ulûmi’d-Din, c. 3, Hadis No: 117.

[5] Sahih-i Buhârî, Îman 29; Sünen-i Nesâî, Îman 28.

[6] Sahih-i Buhârî, Menâkıb 23, Edeb 80, Hudûd 10; Sahih-i Müslim, Fedâil, 20 (77).

[7] Sahih-i Buhârî, İlim 11, Cihat 164.

[8] Râmûz’ul Ehâdîs, s. 4/10.

[9] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 34..

[10] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 1, s. 455.

[11] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 10, s. 546.