BAKARA SÛRESİ

﴿ وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ﴿٨٩﴾

89. Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden Kur’ân gelince, daha önce kâfirlere (Arap müşriklerine) karşı âhir zaman Peygamberini vesîle ederek yardım istedikleri halde, tanıyıp bildikleri bu Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti kâfirler üzerinedir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak İbn-i Abbas, Katâde, Ebu’l Âliye, Süddî, Mücâhid, Said b. Cübeyr ve İbn-i Zeyd Hazretleri gibi çok sayıdaki ulemâ tarafından şu hâdise anlatılmıştır:

Yahudiler, Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle kılarak yardım diliyor ve müşriklerle savaştıklarında, ″Yâ Rabbi! Sen, gönderilecek âhir zaman Peygamberi hürmetine, müşriklere karşı bize yardım et″ diyorlardı. Fakat Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem gönderilip de, onun kendi ırklarından olmadığını görünce, Arapları kıskanarak Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i inkâr ettiler.

Yahudiler kâfir oldukları halde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle ederek birçok savaş kazanmışlardır.

Şu Hadis-i Şerif’te Âdem Aleyhisselâm da Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle edince, onun hürmetine tevbesi kabul edilmiştir:

لَمَّا اِقْتَرَفَ آدَمُ الْخَطِيئَةَ قَالَ: يَا رَبِّ! اَسْأَلُكَ بِحَقِّ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اِلَّا لَمَّا غَفَرْتَ لِى فَقَالَ اللّٰهُ تَعَالَى: يَا آدَمُ! كَيْفَ عَرَفْتَ مُحَمَّدًا وَلَمْ أَخْلُقْهُ؟ قَالَ: يَا رَبِّ! لِاَنَّكَ لَمَّا خَلَقْتَنِى بِيَدِكَ وَنَفَخْتَ فِىَّ مِنْ رُوحِكَ رَفَعْتُ رَأْسِى فَرَأَيْتُ عَلَى قَوَائِمِ الْعَرْشِ مَكْتُوبًا لَا اِلَهَ اِلَّا اللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ فَعَلِمْتُ أَنَّكَ لَمْ تُضِفْ اِلَى اسْمِكَ اِلَّا أَحَبَّ الْخَلْقِ اِلَيْكَ فَقَالَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ: صَدَقْتَ يَا آدَمُ! اِنَّهُ لَاَحَبُّ الْخَلْقِ اِلَىَّ وَاِذَا سَأَلْتَنِى بِحَقِّهِ فَقَدْ غَفَرْتُ لَكَ وَلَوْ لَا مُحَمَّدٌ مَا خَلَقْتُكَ (ك وابن عساكر عن عمر)

Âdem, Cennetten kovulduğunda hatâsını anlayıp, ″Yâ Rabbi! Eğer beni affetmemiş isen Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem hürmetine Senden affımı diliyorum″ demişti. Allah’u Teâlâ (ne cevap vereceğini bildiği halde, cevabını da diğer insanların duyması için): ″Yâ Âdem! Ben onu henüz (zâhirde) yaratmadığım halde, sen Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i nasıl tanıdın?″ diye buyurdu. Âdem: ″Yâ Rabbi! Sen beni (kudret) elin ile yaratıp bana rûhundan üflediğin zaman, başımı kaldırıp baktığımda Arş’ın ayaklarında -Lâ ilâhe illallâh Muhammed’un Resûlullâh- yazılmış olduğunu gördüm. İsminin yanına ancak yaratıl-mışların en sevgilisini koyacağını bildim″ dedi. Allah’u Teâlâ: ″Yâ Âdem! Doğru söyledin, hakikaten Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem Bana yaratılmışların en sevgilisidir. Onun hürmetine Benden ne istesen sana verirdim. Affını diledin, Ben de seni affettim. Şâyet Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem olmasaydı, seni yaratmazdım″ buyurdu.[1]

Yine bir Hadis-i Şerif’te: Gözlerinin açılması için duâ ricâsında bulunan bir âmâya Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra şöyle duâ etmesini söylemiştir:

اللّٰهُمَّ اِنِّى أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ اِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ اِنِّى تَوَجَّهْتُ بِكَ اِلَى رَبِّى فِى حَاجَتِى هَذِهِ لِتُقْضَى لِيَ اللّٰهُمَّ فَشَفِّعْهُ فِيَّ. (ت عن عثمان بن حنيف‏)

″Allah’ım! Ben, rahmet Peygamberi olan Senin Nebîn Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’i vesîle ederek Senden istiyorum. Yâ Muhammed! Yâ Resûlallah! Ben seni vesîle ederek Rabbimden hacetimin hallini istiyorum. Allah’ım! Onu bana şefaatçi yap.″[2]

Bu hususta Enes Radiyallâhu anhu da şu hâdiseyi anlatmıştır:

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ كَانَ اِذَا قَحَطُوا اسْتَسْقَى بِالْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَقَالَ اللّٰهُمَّ اِنَّا كُنَّا نَتَوَسَّلُ اِلَيْكَ بِنَبِيِّنَا فَتَسْقِينَا وَاِنَّا نَتَوَسَّلُ اِلَيْكَ بِعَمِّ نَبِيِّنَا فَاسْقِنَا قَالَ فَيُسْقَوْنَ (خ طب عن انس)

Kuraklık olduğunda, Ömer b. el-Hattab, (Peygamberimizin amcası) Abbas İbn-i Abdulmuttalib’i vesîle ederek, ″Yâ Rabbi! Bizler, Peygamberimiz (hayatta iken) vesîlesiyle senden yağmur isterdik de bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Peygamberimizin amcasının vesîlesiyle bize yağmur ihsan et″ diye duâ ederdi. Enes Radiyallâhu anhu der ki: ″Bu duâyı edince hemen yağmur yağardı.″[3]

Bu sebeple Peygamberleri ve evliyâları vesîle ederek Allah’u Teâlâ’dan istekte bulunmak haktır. Vesîle hakkında daha geniş bilgi için Sûre-i Mâide, Âyet 35 ve izahına bakınız.

﴿ وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّت۪ي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِۜ وَاِنْ كَانَتْ لَكَب۪يرَةً اِلَّا عَلَى الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤٣﴾

143. Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun. Ey Habîbim! Evvelce yöneldiğin Beyt’ul-Makdis’i kıble yapmamız, Resûle tâbi olanlar ile ondan ayrılıp küfrü seçenleri ayırt etmemiz içindi. Kıblenin Kâbe’ye çevrilmesi, Allah’ın hidâyet ettiği kimselerden başkalarına elbette ağır geldi. Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez. Şüphesiz Allah’u Teâlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, çok merhametlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık″ diye buyrulmaktadır. Ey Müslümanlar! Biz sizi hidâyete erdirdiğimiz ve İbrâhim Aleyhisselâm’ın kıblesine dönmeyi nasip ettiğimiz gibi, sizi başkalarından üstün de kıldık. Sizi, seçkin ve âdil bir ümmet yaptık, demektir. Yani buradaki ″Orta yol″dan maksat, iki uç tarafın or­tası, demektir. Müslümanlar dinlerinde orta yolu tutmuşlardır. Onlar ne Hristi­yanlar gibi ruhbanlıkta aşırı gitmişler ve Hz. Îsâ hakkında onu ilahlık derecesine çı­karacak sözler söylemişler, ne de Yahudiler gibi Peygamberleri öldürerek mâsiyete düşmüşlerdir. Bilakis Müslümanlar, itidali muhafaza etmişler, ifrat ve tefritten kaçınmışlardır.

Müslümanların diğer ümmetlerden üstün olduğu, Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 110’da da şöyle geçmektedir: ″Ey Mü’minler! Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...″

Âyet-i Kerîme’de geçen ″Şâhitlik″ ise, Allah’u Teâlâ’nın insanlara doğru yolu gösterdiğine, bunun için Peygamberler gönderdiğine ve bu Peygamberlerin Allah’ın emirlerini ümmetlerine tebliğ ettiklerine dair Ümmet-i Muhammed’in şâhitlik etmesi ve Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in de kendi ümmetinin bu beyanına şâhit olmasıdır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الرَّجُلَانِ وَيَجِيءُ النَّبِيُّ وَمَعَهُ الثَّلَاثَةُ وَأَكْثَرُ مِنْ ذَلِكَ وَأَقَلُّ فَيُقَالُ لَهُ هَلْ بَلَّغْتَ قَوْمَكَ فَيَقُولُ نَعَمْ فَيُدْعَى قَوْمُهُ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَكُمْ فَيَقُولُونَ لَا فَيُقَالُ مَنْ يَشْهَدُ لَكَ فَيَقُولُ مُحَمَّدٌ وَأُمَّتُهُ فَتُدْعَى أُمَّةُ مُحَمَّدٍ فَيُقَالُ هَلْ بَلَّغَ هَذَا فَيَقُولُونَ نَعَمْ فَيَقُولُ وَمَا عِلْمُكُمْ بِذَلِكَ فَيَقُولُونَ أَخْبَرَنَا نَبِيُّنَا بِذَلِكَ أَنَّ الرُّسُلَ قَدْ بَلَّغُوا فَصَدَّقْنَاهُ قَالَ فَذَلِكُمْ قَوْلُهُ تَعَالَى {وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا} (ه عن ابى سعيد(

Mahşer günü, bir Peygamber beraberinde ümmeti olarak iki adam olduğu halde gelir. Bir başka Peygamber, beraberinde ümmeti olarak üç kişi bulunduğu halde gelir. Bundan fazla ve az ümmetle gelen Peygamberde olur. Sonra o gelen her Peygambere: ″Sen kendi kavmine dîni tebliğ ettin mi?″ diye sorulur. O da, ″Evet″ der. Sonra onun kavmi huzura çağrılarak, ″Peygamberiniz size dîni tebliğ etti mi?″ denilir. Onlar: ″Hayır″ derler. Bunun üzerine onların Peygamberlerine: ″Kavmine, senin dîni tebliğ ettiğine dair şâhidin kimdir?″ denilir. O da, ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem ve ümmeti″ der. Bunun üzerine Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmeti çağrılır ve onlara: ″Bu Peygamberler, kavmine dîni tebliğ etti mi?″ diye sorulur. Onlar da, ″Evet″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetine: ″Bu Peygamberlerin, kendi kavmine dîni tebliğ ettiğine dair bilginiz nedir?″ der. Onlar da, ″Peygamberlerin, kendi kavimlerine dîni tebliğ ettiklerini bize Peygamberimiz haber verdi, biz de onu tasdik ettik″ derler. İşte bu açıklama Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Bakara, Âyet 143’te: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″ diye geçen buyruğunun muhtevâsıdır.[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يَجِيءُ نُوحٌ وَأُمَّتُهُ فَيَقُولُ اللّٰهُ تَعَالَى هَلْ بَلَّغْتَ فَيَقُولُ نَعَمْ أَيْ رَبِّ فَيَقُولُ لِأُمَّتِهِ هَلْ بَلَّغَكُمْ فَيَقُولُونَ لَا مَا جَاءَنَا مِنْ نَبِيٍّ فَيَقُولُ لِنُوحٍ مَنْ يَشْهَدُ لَكَ فَيَقُولُ مُحَمَّدٌ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأُمَّتُهُ فَنَشْهَدُ أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ وَهُوَ قَوْلُهُ جَلَّ ذِكْرُهُ {وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ} وَالْوَسَطُ الْعَدْلُ (خ ت ه عن ابى سعيد(

Mahşer günü, Nûh ve ümmeti gelir. Allah’u Teâlâ ona: ″Tebliğ ettin, dînimi duyurdun mu?″ diye sorar. ″Evet, Ey Rabbim!″ diye cevap verir. Allah’u Teâlâ bu sefer ümmetine sorar: ″Nûh size tebliğ etmiş miydi?″ Onlar: ″Hayır! Bize Peygamber gelmedi″ derler. Bu sefer Allah’u Teâlâ Nûh’a yönelerek: ″Söylediğin şey hususunda sana kim şâhitlik edecek?″ diye sorar. ″Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem ve ümmeti″ der. Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ümmeti: ″O tebliğde bulundu″ diye şâhitlikte bulunur. Bu duruma Sûre-i Bakara, Âyet 143’te: ″Ey Mü’minler! Böylece, sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık ki, mahşerde insanlara şâhit olasınız ve Resûl de size şâhit olsun…″ diye geçen buyruk işâret eder. İşte (âyetin metninde geçen) ″el-Vasat″ kelimesi, ″Adl″ mânâsındadır.[5]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَا وَأُمَّتِى يَوْم الْقِيَامَة عَلَى كَوْم مُشْرِفِينَ عَلَى الْخَلَائِق مَا مِنْ النَّاس أَحَد إِلَّا وَدَّ أَنَّهُ مِنَّا وَمَا مِنْ نَبِيّ كَذَّبَهُ قَوْمه إِلَّا وَنَحْنُ نَشْهَد أَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ رِسَالَة رَبّه عَزَّ وَجَلَّ (ابن كثير، التفسير القران العظيم عن جابر بن عبد اللّٰه)

″Ben ve ümmetim mahşer gününde yüksekçe bir yerden halkı gözetleriz. Her­kes ister ki, kendisi de bizden olsun. Hangi Peygamberi kavmi yalan­larsa, biz o Peygambere şâhitlik eder ve o Peygamberin Rabbi Azze ve Celle’nin emirlerini tebliğ ettiğine şâhitlik ederiz.″[6]

Bu Âyet-i Kerîme’nin son kısmında geçen ifade ile ilgili de şu hâdise nakledilmiştir:

Kıble değişince, bu olayı fırsat bilen Yahudiler, ″Bu hâl hidâyet ise Beyt’ül-Makdis’e doğru kıldığınız namazlarınız dalâlet üzere miydi? Oraya doğru namaz kılıp ölenlerin namazı bâtıl mıydı?″ deyince, Allah’u Teâlâ: ″Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez″ diyerek onlara cevap vermiştir.

Bu hususta Berâ Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

أَنَّهُ مَاتَ عَلَى الْقِبْلَةِ قَبْلَ أَنْ تُحَوَّلَ رِجَالٌ وَقُتِلُوا فَلَمْ نَدْرِ مَا نَقُولُ فِيهِمْ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ تَعَالَى {وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ} (خ عن البراء)

Kıble, Mescid-i Aksâ’dan Kâbe yönüne çevrilmeden önce, evvelki kıbleye karşı namaz kılan bâzı Müslümanlar ölmüş veya öldürülmüştü. Onlar hakkında ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Bunun üzerineAllah’u Teâlâ: ″… Allah’u Teâlâ sizin îmanınızı (Beyt’ül-Makdis’e yönelerek kıldığınız namazları) zâyi etmez...″ diye geçen âyeti indirdi.[7]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Şüphesiz Allah’u Teâlâ insanlara karşı elbette çok şefkatli, çok merhametlidir″ diye buyrulmaktadır. Bu hususta Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna (Havâzin kabilesinden) bâzı esirler gelmişti. Esirler arasında emzikli bir kadın vardı. Çocuğunu kaybetmişti. O kadın, göğsüne biriken sütü sağıyor, çocuklara veriyor, emziriyordu. Bu kadın, esirler arasında çocuğunu bulunca, hemen alıp sinesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Bunu görünce Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bize:

أَتُرَوْنَ هَذِهِ طَارِحَةً وَلَدَهَا فِى النَّارِ قُلْنَا لَا وَهِيَ تَقْدِرُ عَلَى أَنْ لَا تَطْرَحَهُ فَقَالَ: لَلّٰهُ أَرْحَمُ بِعِبَادِهِ مِنْ هَذِهِ بِوَلَدِهَا (خ م عن عمر بن الخطاب)

″Şu kadının kendi çocuğunu ateşe atabileceğini düşünür müsünüz?″ dedi. Biz de: ″Hayır, bunu asla yapmaz!″ dedik. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″İşte Allah’u Teâlâ kullarına, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden daha merhametlidir″ buyurdu.[8]


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4287; İmam Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye, s. 13; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 8371; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 1, s. 256.

[2] Sünen-i Tirmizî, Duâ bablarında çeşitli hadisler 6, Hakim, bu Hadis-i Şerif’in tahricinden sonra Hadisin sonuna: ″Bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeğe başladı″ diye ilâve etmiştir.

[3] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 537; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 82.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 34.

[5] Sahih-i Buhârî, Enbiyâ 3, İ’tisam 19; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 3; Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 34.

[6] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 1, s. 455.

[7] Sahih-i Buhârî, Îman 29; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6783.

[8] Sahih-i Buhârî, Edeb 18; Sahih-i Müslim, Tevbe 4 (22).