HAŞR SÛRESİ

﴿ لِلْفُقَرَٓاءِ الْمُهَاجِر۪ينَ الَّذ۪ينَ اُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَاَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَۚ ﴿٨﴾

8. Yine Fey’e müstehak olanlar; Allah’ın lütuf ve rızâsını talep eden ve Allah’ın dînine ve Resûlüne yardım etmeleri sebebiyle mallarından ve yurtlarından uzaklaştırılan Muhâcirden fakir olanlardır. İşte sâdık olanlar onlardır.

İzah: Katâde Hazretleri, bu Âyet-i Kerîme’yi açıklarken şöyle buyurmuştur:

″Onlar öyle muhâcirlerdir ki, yurtlarını, mallarını, ailelerini ve aşiretlerini terk ederek Allah ve Resûlünün sevgisi üzere çıkıp giden, Müslüman olanların şiddet görmesine rağmen İslâm’ı tercih edenlerdir.″[1]

﴿ وَالَّذ۪ينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْا۪يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ ف۪ي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ ﴿٩﴾

9. Muhâcirler önce Medîne’yi yurt edinmiş ve îmanı kalplerine yerleştirmiş olanlar da kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar ve ihtiyaçları olsa bile, onları kendi nefislerine tercih ederler. Ve her kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise anlatılmıştır:

أَنَّ رَجُلًا أَتَى النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبَعَثَ إِلَى نِسَائِهِ فَقُلْنَ مَا مَعَنَا إِلَّا الْمَاءُ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ يَضُمُّ أَوْ يُضِيفُ هَذَا فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْأَنْصَارِ أَنَا فَانْطَلَقَ بِهِ إِلَى امْرَأَتِهِ فَقَالَ أَكْرِمِي ضَيْفَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ مَا عِنْدَنَا إِلَّا قُوتُ صِبْيَانِي فَقَالَ هَيِّئِي طَعَامَكِ وَأَصْبِحِي سِرَاجَكِ وَنَوِّمِي صِبْيَانَكِ إِذَا أَرَادُوا عَشَاءً فَهَيَّأَتْ طَعَامَهَا وَأَصْبَحَتْ سِرَاجَهَا وَنَوَّمَتْ صِبْيَانَهَا ثُمَّ قَامَتْ كَأَنَّهَا تُصْلِحُ سِرَاجَهَا فَأَطْفَأَتْهُ فَجَعَلَا يُرِيَانِهِ أَنَّهُمَا يَأْكُلَانِ فَبَاتَا طَاوِيَيْنِ فَلَمَّا أَصْبَحَ غَدَا إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ ضَحِكَ اللّٰهُ اللَّيْلَةَ أَوْ عَجِبَ مِنْ فَعَالِكُمَا فَأَنْزَلَ اللّٰهُ {وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ} (خ عن ابى هريرة)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi, açlığın­dan şikâyet ediyordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem hanımlarına haber gönderdi. Onlar dediler ki: ″Bizde sudan başka bir şey yoktur.″ Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bu adamı kim misafir eder?″ dedi. Ensârdan bir adam: ″Ben ederim″ dedi. Hemen onu evine götürüp hanımına dedi ki: ″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in misafirine ikram et.″ Hanımı da şöyle dedi: ″Çocuklar için olan azıktan başka yiyecek bir şeyimiz yoktur.″ Efendisi hanımına: ″Mevcut yemeğini hazırla, lâmbanı yak ve çocukların akşam ye­meği istedikleri zaman onları uyut″ dedi. Hanımı yemeğini hazırladı, lâmbasını yaktı ve çocuklarını uyuttu. Sonra kadıncağız kalkıp lâmbasını düzeltir gibi yaparak onu söndürdü ve karı koca her ikisi, misafire, yiyorlarmış gibi kendilerini göstermeye başladılar. Böylece her ikisi geceyi aç geçirdiler. Sabah olunca, konuk sahibi adam Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gitti. Resûlü Ekrem şöyle buyurdu: Sizin işinizden Allah’u Teâlâ memnun oldu ve Hakk Teâlâ: ″Onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar ve ihtiyaçları olsa bile, onları kendi nefislerine tercih ederler″ diye geçen Sûre-i Haşr, Âyet 9’u indirdi.[2]

Ensârın üstün yönleri hakkında da Enes Radiyallâhu anhu şöyle anlatmaktadır:

قَالَ الْمُهَاجِرُونَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا رَأَيْنَا مِثْلَ قَوْمٍ قَدِمْنَا عَلَيْهِمْ أَحْسَنَ مُوَاسَاةً فِي قَلِيلٍ وَلَا أَحْسَنَ بَذْلًا فِي كَثِيرٍ لَقَدْ كَفَوْنَا الْمَئُونَةَ وَأَشْرَكُونَا فِي الْمَهْنَإِ حَتَّى لَقَدْ حَسِبْنَا أَنْ يَذْهَبُوا بِالْأَجْرِ كُلِّهِ قَالَ لَا مَا أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِمْ وَدَعَوْتُمْ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ لَهُمْ (حم عن انس)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Medîne’ye gelince diğer Muhâcirler onun yanına gelip şöyle dediler: ″Yâ Resûlallah! Biz gelip yanlarına yerleştiğimiz bu kavim­den, malı çok olanlar içinde onlardan daha çok harcayan, malı az olanlar içinde de onlardan daha güzel yar­dım eden bir kavim görmedik. Bunlar bizim masraflarımızı üstlendiler. Ellerindeki mallara bizi kolayca ortak ettiler. Öyle ki bizler, onların bütün sevapları tek başlarına alacaklarından korkar olduk.″

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

″On­lar için Allah’u Teâlâ’ya duâ ettiğiniz ve onları güzel yâd ettiğiniz müddetçe, bundan (size sevap kalmayacağından) korkmayın.″[3]

Âyet-i Kerîme’nin metninde ″ed-Dâr″ diye geçen kelime, ″Medîne″ diye tercüme edilmiştir. Zîrâ Medîne şehrinin çok sayıda farklı isimleri vardır. Bunlardan bâzıları şöyledir:

″Yesrib, Taybe, Tâbe, ed-Dâr, el-Miskîne, Câbire’dir.″[4]


[1] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 399.

[2] Sahih-i Buhârî, Menâkib 65; Sahih-i Müslim, Eşribe 32 (172 Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 60.

[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 12602.

[4] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 14, s. 341.