HÛD SÛRESİ

﴿ وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ سَلَامٌ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ ﴿٦٩﴾

69. Şüphesiz ki resullerimiz (melekler), İbrâhim’e bir müjde ile geldiler. Ona: ″Selâm″ dediler. İbrâhim de ″Selâm″ dedi ve çok geçmeden kızartılmış (semiz) bir buzağıyı getirdi.

İzah: Rivâyete göre; İbrâhim Aleyhisselâm’a gelen melekler, Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil idi.

İbrâhim Aleyhisselâm’ın misafirlerine yaptığı ikram Sûre-i Zâriyât, Âyet 24-27’de de şöyle geçmektedir:

Ey Resûlüm! İbrâhim’in ağırladığı misafirlerin kıssası sana geldi mi?* Hani onlar, İbrâhim’in yanına girmiş ve ″Selâm″ demişlerdi. İbrâhim de: ″Selâm size, siz tanınmayan bir kavimsiniz″ demişti.* Hemen bir bahane ile ailesinin yanına gitti ve (kızartılmış) semiz bir buzağı getirdi.* Onu önlerine koydu ve ″Yemez misiniz?″ dedi.

İbrâhim Aleyhisselâm misafirhâne yaptırıp yoldan gelip geçenleri doyurmakla tanınmış olduğundan ona, ″Ebu’d-Dayfân (misafirlerin babası) diye isim verilmiştir.[1] Abdullah İbn-i Amr Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا جِبْرِيل لِمَ اِتَّخَذَ اللّٰهُ إِبْرَاهِيم خَلِيلًا؟ قَالَ لِإِطْعَامِهِ الطَّعَام يَا مُحَمَّد (هب عن عبد اللّٰه بن عمرو)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Yâ Cebrâil! Allah’u Teâlâ, İbrâhim’i ne sebepten Halîl (dost) edindi?″ diye sorunca, o: ″Misafir-lerine yemek yedirdiği için Yâ Muhammed!″ diye cevap verdi.[2]

Bu da, misafire ikramın ne kadar önemli olduğunu gösterir. İbrâhim Aleyhisselâm hiç tanımadığı halde, kendisine gelenlere en iyi şekilde ikramda bulunup, güzel bir buzağı kızartarak önlerine getirmiştir. Hattâ onlara aç olup olmadıklarını dahi sormamıştı.

Misafire ikram hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den nakledilen Hadis-i Şerifler’den bâzıları da şöyledir:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ جَارَهُ، وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ (خ م عن ابى هريرة)

″Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse, ya hayır söylesin ya da sussun! Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse, akrabasına iyilik etsin. Allah’a ve âhiret gününe îman eden kimse, misafirine ikram etsin.″[3]

ثَلَاثٌ حَقٌ عَلَى اللّٰهِ أَنْ لَا يَرُدُّ لَهُمْ دَعْوَةً: اَلصَّائِمُ حَتَّى يُفْطِرَ وَالْمَظْلُومُ حَتَّى يَتْنَصِرَ وَالْمُسَافِرُ حَتَّى يَرْجِعَ (بزار عن ابى هريرة )

″Üç kişi vardır ki, duâlarını geri çevirmemek Allah’u Teâlâ üzerine bir haktır: Orucunu açıncaya kadar oruçlu, hakkını alıncaya kadar mazlum ve evine dönünceye kadar misafir.″[4]

أَقِيلُوا السَّخِيَّ زَلَّتَهُ فَإِنَّ اللّٰهَ آخِذٌ بِيَدِهِ كُلَّمَا عَثَرَ (الجامع الصغير عن ابن عباس )

″Cömert kimselerin kusurunu affedin. Çünkü her ayağı tökezlediğinde Allah’u Teâlâ onun elinden tutar.″[5]


[1] Mecmâ’ul-Âdab, s. 209-210.

[2] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 9290.

[3] Sahih-i Buhârî, Edeb 31, 85; Sahih-i Müslim, Îman 19 (74).

[4] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 3319.

[5] Celâleddin es-Suyûtî, Câmi’us-Sağir, c. 1, s. 283.