HADÎD SÛRESİ

﴿ مَٓا اَصَابَ مِنْ مُص۪يبَةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَبْرَاَهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌۚ ﴿٢٢﴾ لِكَيْلَا تَأْسَوْا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَٓا اٰتٰيكُمْۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍۙ ﴿٢٣﴾ اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٤﴾

22-24. Size yerde ve nefislerinizde bir musîbet isâbet etmez ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre çok kolaydır.* Bu da (dünyâ nîmetlerinden) elinizden çıkana üzülmemeniz ve size verdiği ile de sevinip mağrur olmamanız içindir. Allah’u Teâlâ, kibirlenen ve övünenlerin hiçbirini sevmez.* Onlar, cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Her kim (Allah’ın emrinden) yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, hiçbir şeye muhtaç değil­dir, hamde lâyık olandır.

İzah: Levh-i Mahfuz hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i Ra’d, Âyet 39’da da şöyle buyurmuştur:

Allah’u Teâlâ, dilediği hükmü siler ve dilediğini sâbit bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun katındadır.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ خَلَقَ لَوْحًا مَحْفُوظًا مِنْ دُرَّةٍ بَيْضَاءَ صَفَحَاتُهَا مِنْ يَاقُوتَةٍ حَمْرَاءَ قَلَمُهُ نُورٌ لِلّٰهِ فِيهِ فِي كُلِّ يَوْمٍ سِتُّونَ وَثَلاثُمائَةِ لَحْظَةٍ يَخْلُقُ وَيَرْزُقُ وَيُمِيتُ وَيُحْيِي وَيُعِزُّ وَيُذِلُّ وَيَفْعَلُ مَا يَشَاءُ. (طب عن ابن عباس)

″Allah’u Teâlâ beyaz inciden bir Levh-i Mahfuz yarattı ki, onun sayfaları kırmızı yakuttan olup kalemi de nurdur. Allah’u Teâlâ için her gün üç yüz altmış lâhza vardır (her gün üç yüz altmış defa nazar eder). Yaratır, rızık verir, öldürür, yaşatır, aziz kılar, zelil eder ve dilediğini yapar.″[1]

İnsanın başına gelecek olan her türlü hâdisenin Levh-i Mahfuz’da kayıtlı olduğu ve bunların da değişebileceğine dair daha geniş bilgi için Sûre-i Ra’d, Âyet 39 ve izahına bakınız.

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ: ″Bu da, dünyâ nîmetlerinden elinizden çıkana üzülmemeniz ve size verdiği ile de sevinip mağrur olmamanız içindir…″ diye geçen âyet hakkında da şöyle buyurmuştur:

- Hayatında üzülmeyen ve sevinmeyen hiçbir kimse yoktur. Ancak Müslümana belâ geldiğinde ona sabreder, nîmetler veril­diğinde de ona şükrederse, bu âyetin emrine uymuş olur.

Bu Âyet-i Kerîme, kaderin insanlar için büyük bir teselli kaynağı ve aynı zamanda şımarmasına da engel olduğunu beyan etmektedir. Zîrâ bir Müslüman, başına gelen felâketleri kendi nefsine yükleyip, Allah’ın takdiri ile olduğuna inanarak sabreder, Allah’ın lütfundan vermiş olduğu nîmetler karşısında da şımarmaz ve başkalarına karşı böbürlenmez.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Nisâ, Âyet 79’da şöyle buyurmuştur:

Sana ne iyilik gelirse Allah’u Teâlâ’dandır. Sana ne kötülük gelirse kendi nefsindendir...″

Yine Âyet-i Kerîme’de geçen kibir ve övünme, Allah’ın sevmediği kötü ahlâklardandır. Bu kötü ahlâklar yedidir.

Birincisi: Kibirdir. Başkalarını küçük görüp kendini büyük bilmektir.

İkincisi: Ucuptur. Ameline, ilmine güvenerek mağrurlanmak; gaflete düşüp kendi noksanlarını unutarak, halkın noksanını aramak; meclislerde kendini överek, başkalarına kıymet vermeyip gururlanmaktır.

Üçüncüsü: Riyâdır. Kişinin yaptığı ibâdetini halkın görmesinden zevk almasıdır. Bu kimse yaptığı ibâdeti halka göstermeyi sever. Halka dâimâ kendinin iyi tarafını göstermeye çalışır.

Dördüncüsü: Bahildir, cimriliktir. Kimseye yedirmez, içirmez, infakta bulunmaz.

Beşincisi: Hasettir. Kişinin kendi gibi olan arkadaşını kıskanmasıdır. Nitekim şeytan da kibirlenerek Âdem (Aleyhisselam)’ı haset ettiğinden lânet tokunu[2] giymiştir.

Altıncısı: Gazaptır, öfkelenmektir. Böylece kişi Allah’ı unutup, nefsin hevâsına ve şeytana tâbi olur. Kişi aczini bilse gazaplanmaz. Gazap, Allah’ı unutmaktan ileri gelir. Ancak gazap bir tek din için olursa, zarar vermez.

Yedincisi: Hubbu Dünyâdır. Dünyâyı sevmek, dünyâ malına aldanıp Allah’ı unutmaktır. Yani dünyâ hırsı ile âhireti terk etmektir.

Yine Âyet-i Kerîme’de: Onlar, cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler″ diye geçen ifade; Allah’ın sevmediği bu kibirli ve övünen insanlar, Allah’u Teâlâ’nın kendilerine ihsan ettiği mallarda cimrilik ederler. Allah’ın farz kıldığı mâlî yükümlülüklerini yerine getirmezler. Hem zekât vermezler, hem de ihtiyaç sahiplerine infakta bulunmazlar. Bu kimseler ayrıca başkalarına da bu şekilde cimri olmaları­nı emrederler, anlâmındadır. Bir kimsenin cimrilikten kurtulabilmesi için zekâtını tam olarak vermesi gerekir. Cömertliğin en azı budur. Bir kimse zekât verse dahi, eğer malının kötüsünden veya eksik veriyorsa, o kimse cimri sayılır.

Cömertlik hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلسَّخَاءُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ الْجَنَّةِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى الْجَنَّةِ وَالْبُخْلُ شَجَرَةٌ مِنْ أَشْجَارِ النَّارِ أَغْصَانُهَا مُتَدَلِّيَاتٌ فِي الدُّنْيَا فَمَنْ اَخَذَ بِغُصْنٍ مِنْ أَغْصَانِهَا قَادَهُ ذَلِكَ الْغُصْنُ إِلَى النَّارِ (قط فى الافراد هب خط عد حل هب كر عن على وانس وابى هريرة وجابر)

″Cömertlik, öyle bir ağaçtır ki, kökü Cennettedir. Dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki o ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de öyle bir ağaçtır ki, kökü Cehennemdedir. Onun da dalları dünyâya sarkmıştır. Kim ki onun dallarından birine tutunursa, bu dal da onu Cehenneme götürür.″[3]


[1] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12348.

[2] Burada geçen ″Tok″ ifadesi, boğaza takılan metalden veya ahşaptan bir cisimdir ki, düşmanlarını aşağılamak için mahkûmlara veya esirlere takılır. İşte lânet toku diye söylenmesi de, Allah’ın lânetinin onun boynuna geçirilmesi, demektir.

[3] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 10449; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 213/3.