MÂİDE SÛRESİ

﴿ وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿٤٥﴾

45. Biz, Tevrat’ta İsrailoğullarına; şahıs karşılığında şahıs, göz karşılığında göz, burun karşılığında burun, kulak karşılığında kulak, diş karşılığında diş ile kısâs olunacağını ve yaralamalarda dahi kısâs gerektiğini beyan ettik. Fakat her kim hakkından vazgeçerek bağışlarsa, bu onun için günahlarının affına bir sebeptir. Her kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmez ise, işte onlar zâlimlerdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’yle ilgili olarak İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: Fakat her kim hakkından vazgeçerek bağışlarsa, bu onun için günahlarının affına bir sebeptir″ diye geçen âyeti açıklarken şöyle buyurdu:

الرَّجُلُ يُكْسَرُ سِنُّهُ أَوْ يُجْرَحُ مِنْ جَسَدِهِ فَيَعْفُو عَنْهُ، فَيُحَطُّ مِنْ خَطَايَاهُ بِقَدْرِ مَا عَفَا عَنْهُ مِنْ جَسَدِهِ، إِنْ كَانَ نِصْفَ الدِّيَةِ فَنِصْفَ خَطَايَاهُ، وَإِنْ كَانَ رُبْعَ الدِّيَةِ فَرُبْعَ خَطَايَاهُ، وَإِنْ كَانَ ثُلُثَ الدِّيَةِ فَثُلُثَ خَطَايَاهُ، وَإِنْ كَانَتِ الدِّيَةَ كُلَّهَا فَخَطَايَاهُ كُلَّهَا (الديلمي عن ابن عمر(

″Dişi kırılan veya herhangi bir yerinden yaralanan kişi, hakkını bağışlarsa bağışlamış olduğu hak miktarınca günahı affedilir. Eğer hakkı diyetin yarısı ise günahlarının yarısı, dörtte biri ise günahlarının dörtte biri, üçte biri ise günahlarının üçte biri, eğer tam diyetse bütün günahları affedilir.″[1]

Âzâlarda kısas ve diyet hakkında Ebu’s-Sefer Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

Kureyşten bir adam Ensârdan bir adamın dişini kırdı. Hz. Muâviye ona yardım etmeye çalıştı. O:

- Ey Mü’minlerin emiri! Bu benim dişimi kır­dı″ dedi. Hz. Muâviye de: ″Biz seni râzı edeceğiz dedi. Fakat o adam, cezâyı uygula­ması için Hz. Muâviye’ye diretti. Hz. Muâviye ona kesin söz verdi, fakat râzı edemedi. Bunun üzerine:

- Arkadaşına ne yaparsan yap, dedi.

O sırada Hz. Ebu’d-Derdâ, Hz. Muâviye’nin yanında bulunuyordu. Hz. Ebu’d-Derdâ dedi ki:

- Ben, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle bu­yurduğunu işittim. Onun konuştuğunu bizzat kulaklarımla duydum ve kalbimle idrak ettim. O buyurdu ki:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُصَابُ بِشَيْءٍ فِي جَسَدِهِ فَيَتَصَدَّقُ بِهِ إِلَّا رَفَعَهُ اللّٰهُ بِهِ دَرَجَةً وَحَطَّ عَنْهُ بِهَا خَطِيئَةً... (حم ت عن أبي الدرداء)

″Herhangi bir Müslüman vücudunun herhangi bir yerinden zarara uğratılır da, zarar vereni affederse, Allah’u Teâlâ onunla o kulun derecesini yükseltir ve ondan hatâsını da giderir.″

Ensârdan olan adam dedi ki:

- Bunu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den bizzat işittin mi? Hz. Ebu’d-Derdâ dedi ki:

- Ben onu kendi kulaklarımla işittim ve kalbim onu idrak etti. Ensârdan olan adam dedi ki:

- Ben bunun cezâsını ondan düşürüyorum. Hz. Muâviye de ona:

- Zararı yok, ben seni mahrum etmem, dedi ve ona mal verilmesini emretti.[2]

İsrailoğulları zamanında kısâs vardı. Ancak diyet yoktu. Bir hafifletme ve rahmet olması için, İsrailoğullarına verilmeyen diyet, Ümmet-i Muhammed’e verilmiştir.[3] Bu hususta geniş bilgi için Sûre-i Bakara, Âyet 178-179 ve izahlarına bakınız.


[1]Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül Mensûr, c. 5, s. 306.

[2] Sünen-i Tirmizî, Diyat 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 26258.

[3] Sünen-i Nesâî, Kasâme 27.