NEML SÛRESİ

﴿ قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ ﴿٦٥﴾ بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ ﴿٦٦﴾

65-66. Ey Resûlüm! De ki: ″Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.* Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (Resuller vâsıtasıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar, âhiret hakkında şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar, âhiretin delillerini göremeyecek kadar kördürler.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Ey Resûlüm! De ki: ″Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Onlar, ne zaman diriltileceklerini de bilmezler″ diye buyrulmaktadır. Yani, Ey Resûlüm! Sen, kıyâmetin ne zaman kopacağını soran müşriklere de ki: ″Göklerde ve yerde bulunanlar gaybı bilmezler. Gaybı bilmek ancak Allah’a aittir. Kıyâmetin kopması da gayb bilgilerindendir. Göklerde ve yerde bulunan­lar, öldükten sonra kabirlerinden ne zaman çıkacaklarını da bilmezler, demektir.

Hz. Ömer’den nakledilen meşhur Cibril Hadisi’nde: ″Kendisine kıyâmetin ne zaman kopacağını soran Cebrâil Aleyhisselâm’a, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ (م د ن حم عن عمر بن الخطاب)

Onda sorulan, sorandan daha bilgili değildir″[1] diye cevap vermiştir.

﴿ اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ ﴿٨٠﴾ وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ ﴿٨١﴾ وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ ﴿٨٢﴾

80-82. Ey Resûlüm! Şüphesiz sen, dâvetini ölülere duyuramazsın. Arkalarını dönüp giden (hakkı kabulden yüz çeviren) sağırlara da duyuramazsın.* Sen, körleri de dalâletlerinden kurtarıp hidâyete erdiremezsin. Sen ancak âyetlerimize îman edenlere duyurabilirsin. İşte Müslüman olanlar onlardır.* Kıyâmetin kopması yaklaşınca, yerden onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak îman etmediklerini söyleyen bir dâbbe çıkarırız.

İzah: Âyet-i Kerîme’de geçen ″Ölüler″ ifadesi, zâhir anlamda ölüler değil, hakkı bildiği halde îman etmekten yüz çevirip kalbi ölü olan kişilerdir. ″Sağırlar″ ifadesi de, aynı mânâda olup, bunlar da hakkı duyduğu halde haktan yüz çeviren kimselerdir. ″Körler″ diye geçen ifade de, hakikati gördüğü halde görmemezlikten gelip îmandan yüz çeviren kimselerdir.

Yine Âyet-i Kerîme’de geçtiği üzere, kıyâmetten evvel zuhur edecek olan ″Dâbbe″ hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

تَخْرُجُ الدَّابَّةُ مَعَهَا عَصَا مُوسَى وَخَاتَمُ سُلَيْمَانَ فَتَجْلُو وَجْهَ الْمُؤْمِنِ بِالْعَصَا وَتَخْتِمُ أَنْفَ الْكَافِرِ بِالْخَاتَمِ حَتَّى إِنَّ أَهْلَ الْخِوَانِ لَيَجْتَمِعُونَ فَيَقُولُ هَذَا يَا مُؤْمِنُ وَيَقُولُ هَذَا يَا كَافِرُ (ت ه حم عن ابى هريرة)

″Dâbbet’ul-Arz (yer canavarı) beraberinde Hz. Süleyman’ın mührü, Hz. Mûsa’nın âsâsı olduğu halde zuhur eder. Mü’minin yüzünü asâ ile aydınlatır, kâfirin burnunu da o mühürle mühürler. Hattâ ziyafette bulunan bir sofra halkı toplanırlar da, onların biri Mü’min olana: ″Ey Mü’min!″ Bir diğeri de kâfire: ″Ey kâfir″ diye hitap eder.″[2]

Talhâ b. Amr Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Dabbet’ül-Arz’dan sorulunca, buyurdu ki:

Onun zaman içinde(yani dünyâda)üç çıkışı vardır:

Evvela çölün en uzağından çıkar. Fakat onun çıktığına dair haberMekke’ye varmaz. Sonra uzun zaman gizlenir.

Sonra bundan başka diğer bir kere daha çıkar ve bu kez onun çıkış haberi çöllerde yayılır ve Mekke’ye de ulaşır. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti:

Daha sonra insanlar, Allah’a karşı en şerefli ve en büyük mescidin nezdinde iken-Allah’ın katında mescitlerin en ikramlısı Mescid-i Haram’dır- bu hayvanın, Rükn ile makam arasında başından toprağı silkerken bağırması muhakkak insanları çok korkutur ve paniğe uğratır. Bunun üzerine insanlar onun yanından çeşitli yönlere kaçışırlar. Fakat kendilerini Allah’ın âciz bırakmayacaklarına inanan Mü’minlerden bir topluluk, koşmayıp Dâbbe’nin yanında sebat ederler. Bu hayvan da önce onlardan başlayarak yüzlerini parlatır. Hattâ onların yüzlerinien parlak yıldız gibi yaparak yanlarından ayrılır. Sonra bu hayvan dönüp yeryüzünde hareket eder. Artık ona ne tâkip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Hattâ kişi ondan sığınarak namaza durur. O da bunun arka tarafından yanına gelir:

أَيْ فُلَانُ الآنَ تُصَلِّي؟ فَيُقْبِلُ عَلَيْهَا بِوَجْهِهِ فَتَسِمُهُ فِي وَجْهِهِ ثُمَّ تَذْهَبُ وَيَتَحاوَرُ النَّاسُ فِي دُورِهِمْ فِي أَسْفَارِهِمْ ويَشْتَرِكُونَ فِي الأَمْوَالِ وَيُعْرَفُ الْكَافِرُ مِنَ الْمُؤْمِنِ حَتَّى إِنَّ الْمُؤْمِنَ لَيَقُولُ لِلْكَافِرِ يَا كَافِرُ اقْضِنِي حَقِّي وَحَتَّى إِنَّ الْكَافِرَ يَقُولُ يَا مُؤْمِنُ اقْضِنِي حَقِّي (طب عن طلحة بن عمرو)

- Ey filanca! Şimdi mi namaz kılıyorsun? der ve yönelip yüzünü damgalar. Sonra da çekip gider.O zaman dainsanlar seyahat ve gezmede ve mallarda müşterek hâlinde olurlar ve Mü’minler kâfirlerden ayırdedilerek tanınırlar. Hattâ Mü’min kimse: ″Ey kâfir! Bana hakkımı ver″ diye hitap eder. Kàfir de: ″Ey Mü’min! Sen de bana hakkımı ver″ der.[3]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ أَجَارَكُمْ مِنْ ثَلاثِ خِلَالٍ أَنْ لَا يَدْعُوَ عَلَيْكُمْ نَبِيُّكُمْ فَتَهْلِكُوا جَمِيعًا وَأَنْ لا يَظْهَرَ أَهْلُ الْبَاطِلِ عَلَى أَهْلِ الْحَقِّ وَأَنْ لا تَجْتَمِعُوا عَلَى ضَلَالَةٍ فَهَؤُلاءِ أَجَارَكُمُ اللّٰهُ مِنْهُنَّ ورَبُّكُمْ أَنْذَرَكُمْ ثَلاثًا الدُّخَانَ يَأْخُذُ الْمُؤْمِنَ مِنْهُ كَالزَّكْمَةِ وَيَأْخُذُ الْكَافِرَ فَيَنْتَفِخُ وَيَخْرُجُ مِنْ كُلِّ مَسْمَعٍ مِنْهُ وَالثَّانِيَةُ الدَّابَّةُ وَالثَّالِثَةُ الدَّجَّالُ (طب ن ابى مالك الاشعرى)

″Allah’u Teâlâ sizi üç şeyden kurtarmıştır: Peygamberiniz size bedduâ etmemiştir, etseydi hepiniz helâk olurdunuz. Bâtıl ehlini hak ehline gâlip kılmamıştır. Bir de dalâlet üzerinde katiyyen birleşmemenizdir. Muhakkak ki Allah’ın kudret eli, Ehl-i Sünnet cemaatiyle beraberdir. Siz o büyük cemaate uyun. Çünkü onlardan ayrılan ateşte yalnız kalır.[4] Allah’u Teâlâ sizi şu üç şeyden kurtarmış ve onlara karşı Rabbiniz sizi uyarmıştır: Duman, her Mü’mini nezle gibi tutar, kâfiri ise şişirir ve mafsallarını çıkarır. İkincisi Dabbet’ul-Arz (yer canavarı). Üçüncüsü de Deccal.″[5]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

بَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ سِتًّا طُلُوعَ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا أَوْ الدُّخَانَ أَوْ الدَّجَّالَ أَوْ الدَّابَّةَ أَوْ خَاصَّةَ أَحَدِكُمْ أَوْ أَمْرَ الْعَامَّةِ (م عن ابى هريرة)

″Altı şeygelmedenamellere koşuşun. Güneşin batıdan doğması, Duman, Dâbbe, Deccal, herhangi birinize mahsus olan fitne (ölüm) ve bütün umûma şâmil olan iş (kıyâmet).″[6]

Dâbbet’ul-Arz hakkında bâzı Sahâbîlerin söyledikleri sözler, şöyle nakledilmiştir:

Bu hususta Hz. Ali Kerremallâhu veche şöyle buyurmuştur:

- O, öyle bir canlıdır ki; onun tavuk telekleri gibi telekleri, sarı tüyleri, tırnağı, kuyruğu ve sakalı vardır. Soylu bir atın koşması gibi üç gün çıkmaya devam edecek de, henüz üçte biri bile çıkmış olmayacak.

İbn-i Züheyr Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

- Onun başı öküz başı, gözü domuz gözü, kulağı fil kulağı, boynuzu dağ keçisi boynuzu, boynu deve kuşu boynu, göğsü aslan göğsü, rengi kaplan rengi, böğrü kedi böğrü, kuyruğu koç kuyruğu, ayakları deve ayakları gibidir. Her iki mafsalı arası iki kulaçtır. Onunla beraber Hz. Mûsâ’nın âsâsı ve Hz. Süleyman’ın yüzüğü de çıkacaktır. Hiçbir Mü’min kalmayıp yüzlerine Hz. Mûsâ’nın âsâsıyla vuracak da onların yüzlerinde beyaz bir nokta oluşacak, bu nokta yayılıp sonunda bütün yüzü bembeyaz olacak. Hiçbir kâfir bırakmayıp yüzüne Hz. Süleyman’ın mührü ile vuracak da siyah bir nokta oluşacak, bu nokta yayılıp bütün yüzünü simsiyah edecek. O kadar ki, insanlar çarşılarda: ″Ey Mü’min! Şu kaça, Ey kâfir şu kaça?″ diye alışveriş yapacaklar. Hattâ bir aile, sofraları başına oturduklarında, içlerinden kimin Mü’min, kimin kâfir olduğunu bilip tanıyacak. Sonra Dâbbet’ul-Arz onlara: ″Ey filânca! Müjdeler olsun, sen Cennet ehlindensin. Ey filân! Sen de Cehennem ehlindensin″ diyecek. İşte Allah’u Teâlâ’nın Sûre-i Neml, Âyet 82’deki: ″Kıyâmetin kopması yaklaşınca, yerden onlara, insanların âyetlerimize kesin olarak îman etmediklerini söyleyen bir dâbbe çıkarırız″ buyruğu budur.[7]

Vallâhu a’lem! Âyet-i Kerîme’de geçen ″Dâbbet’ul-Arz″ ifadesi, Hadis-i Şerif’lerle birlikte ele alındığında, yerden çıkan canavar sûretinde ve her yönü de bir canlıya benzeyen ve yeryüzünde hiç bulunmayan acaip bir varlıktan bahsedildiği görülmektedir. İşte genel olarak bakıldığında bunun da günümüzde teknoloji olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, teknolojinin bu hâlini, o zamanın insanlarının anlayabilecekleri şekilde tarif etmiştir.

Birçok Hadis-i Şerif, bu hâdise de olduğu gibi özellikle zamanı geldiğinde anlaşılabilmektedir. Âyet ve hadislerde yerden çıkacak bir canavardan bahsedilmektedir ki, bu şöyledir:

- Yeryüzü kazılarak çeşitli madenler çıkarılmaktadır. Bu madenlerin çıkarılıp işlenmesiyle de teknolojik aletler yapılmaktadır. Teknolojiyle yapılan bu aletlerin tamamı yerin altından çıkan madenlerden ve petrol ürünlerinden üretilmektedir. Bunlar ele alındığı zaman, Hadis-i Şerif’lerde de geçtiği gibi, çok farklı sûretlerde hayvana, canavara benzeyen vs. harikulâde icatların yapıldığı görülmektedir. İşte yerden çıkan canavar, diye buyrulması da bu anlamdadır. Aslında teknoloji insanların faydası için üretilmiştir. Bu, iyiye kullanıldığı zaman iyi, kötüye kullanıldığı zaman ise çok kötüdür. Mü’min iyiye kullandığında, onun dînini ve ibâdetlerini daha iyi yaşamasına vesîle olur. Kâfir de nefsinin hevâsına giderek kötüye kullandığında, onun da küfrünü artırır. İşte hadislerde geçtiği üzere Dâbbe’nin, Mü’minin yüzünü parlatması ve kâfirin de yüzünü damgalaması böyledir.


[1] Sahih-i Müslim, Îman 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 17; Sünen-i Nesâî, Îman 5; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 346; Bu hâdise, Sahih-i Buhârî’de, benzer lafızlarla Ebû Hüreyre Hazretlerinden de nakledilmiştir. Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadîs No: 47.

[2] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 28; Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 31; Ahmed b. Hanbel, Müsed, Hadis No: 9966.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 2964; et-Tayâlisi, Müsned, Hadis No: 1152.

[4] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan bir fırka hâriç hepsi Cehennem’de olacaktır.″ ″O kurtulan fırka kimdir Yâ Resûlullah?″ dediler. Buyurdu ki: ″Ben ve Ashâbımın yolu üzere olanlardır.″ (Sünen-i Tirmizî, Îman 18)

[5] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 3362; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 86/5.

[6] Sahih-i Müslim, Fiten 25 (127, 128).

[7] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 6, s. 214.