BAKARA SÛRESİ

﴿ اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ ﴿٣﴾

3. O takvâ sahipleri ki, gayba îman ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklarından infak ederler.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Gayba îman ederler″ diye buyrulması, Allah’u Teâlâ’yı görmedikleri halde görmüş gibi îman edip, O’ndan korkarlar ve melek­lerine, kitaplarına ve Peygamberlerine îman ederler, gözleriyle görmedikleri halde, Cennete, Ce­henneme, sevaba ve günaha îman ederler, anlamındadır.

Enes İbn-i Mâlik Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَيْتَنِي قَدْ لَقِيتُ إِخْوَانِي. فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِهِ: أَوَلَسْنَا إِخْوَانَكَ؟ قَالَ: بَلْ، أَنْتُمْ أَصْحَابِي، وَإِخْوَانِي قَوْمٌ يَأْتُونَ مِنْ بَعْدِي يُؤْمِنُونَ بِي وَلَمْ يَرَوْنِي. ثُمَّ قَرَأَ {الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ} (حم ابن عساكر عن انس بن مالك(

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Keşke kardeşlerimi görebilseydim″ deyince, Sahabeden bir kişi: ″Yâ Resûlallah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Siz benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise, benden sonra gelip, beni görmeden îman edecek olan kimselerdir″ buyurup, ″O takvâ sahipleri ki, gayba îman ederler, namazlarını kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklarından infak ederler″ âyetini okudu.[1]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Namazlarını kılarlar″ diye buyrulduğu üzere takvâ sahipleri, Allah’u Teâlâ’ya olan inançları kuvvetli olduğu için namazı devamlı ve çok kılarlar. Farzları, sünnetleri ve yapabildikleri kadar da gece ve gündüz nâfile namazlara devam ederler. Böyle olunca da Allah’u Teâlâ onları sever.

Allah’u Teâlâ âyetlerde, beş vakit namaza işâret ederek bu namazları vaktinde kılmamızı emretmiştir.[2] Fakat nasıl ve kaç rek’at kılacağımızı açıklamamıştır. Allah’u Teâlâ, namazın nasıl kılınacağını Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtasıyla Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e öğretmiş ve bizim de ondan öğrenmemizi emretmiştir.

Bu hususta Mâlik b. Huveyris Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Bizler yaşça birbirine yakın gençler topluluğu olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldik ve yanında yirmi gece kaldık. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ailelerimizi özledi­ğimizi anladı ve bize geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de kendi­sine söyledik. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem gâyet ince yürekli, hassas ve çok merhametli idi. Bize buyurdu ki:

ارْجِعُوا إِلَى أَهْلِيكُمْ فَعَلِّمُوهُمْ وَمُرُوهُمْ وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي وَإِذَا حَضَرَتْ الصَّلَاةُ فَلْيُؤَذِّنْ لَكُمْ أَحَدُكُمْ ثُمَّ لِيَؤُمَّكُمْ أَكْبَرُكُمْ (خ حم عن مالك بن حويرث)

″Haydi, ailelerinizin yanına dönün ve onlara dîni öğretin. Söyleyecek şeyleri onlara söyleyip emredin. Siz, ben nasıl kılıyorsam namazı öyle kılın. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezan okusun ve en büyüğünüz de size imam olsun.″[3]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Kendilerine verdiğimiz rızıklarından infak ederler″ diye buyrulmaktadır. Bunlar, zekâtlarını tam olarak verirler, ayrıca ihtiyaç sahiplerine hayır ve hasenatta bulunurlar. İşte bu zâtlar, gâyet cömert olurlar. Allah’u Teâlâ’nın kendilerine verdiği mallarından Allah yoluna sarf ederler.

İnfak hakkında Sûre-i Bakara, Âyet 261’de şöyle buyrulmuştur:

″Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misâli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah’u Teâlâ dilediğine kat kat ihsanda bulunur. Allah’u Teâlâ, ihsanı geniş olandır ve her şeyi bilendir.″

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثٌ أَعْلَمُ أَنَّهُنَّ حَقٌّ مَا عَفَا امْرُؤٌ عَنْ مَظْلَمَةٍ اِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا عِزًّا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ مَسْأَلَةٍ يَبْتَغِي بِهَا كَثْرَةً إِلَّا زَادَهُ اللّٰهُ بِهَا فَقْرًا وَمَا فَتَحَ رَجُلٌ عَلَى نَفْسِهِ بَابَ صَدَقَةٍ يَبْتَغِي بِهَا وَجْهُ اللّٰهِ تَعَالَى اِلَّا زَادَهُ اللّٰهِ بِهَا كَثْرَةً (هب عن ابى هريرة)

″Üç haslet var ki onlar haktır: Haksızlığa uğrayan bir kimse (eline fırsat geçtiği halde sabredip) affederse, şüphesiz Allah’u Teâlâ, o kulun şerefini artırır. Çok dünyâlık bulmak kastıyla kendisine dilencilik kapısını açan bir kula da Allah’u Teâlâ yokluk kapısı açar. Bir kimse de Allah’ın rızâsını dileyerek Allah yoluna malını sarf ederse, Allah’u Teâlâ da onun malını kat kat artırır.″[4]

﴿ وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْد۪يكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚ ۛ وَاَحْسِنُواۚ ۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٩٥﴾

195. Mallarınızı Allah yolunda infak edin ve nefislerinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Amellerinizi ve ahlâkınızı güzelleştirin. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ muhsinleri sever.

İzah: Bu Âye-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair Eslem Radiyallâhu anhu, şu hâdiseyi nakletmiştir:

كُنَّا بِمَدِينَةِ الرُّومِ فَأَخْرَجُوا إِلَيْنَا صَفًّا عَظِيمًا مِنْ الرُّومِ فَخَرَجَ إِلَيْهِمْ مِنْ الْمُسْلِمِينَ مِثْلُهُمْ أَوْ أَكْثَرُ وَعَلَى أَهْلِ مِصْرَ عُقْبَةُ بْنُ عَامِرٍ وَعَلَى الْجَمَاعَةِ فَضَالَةُ بْنُ عُبَيْدٍ فَحَمَلَ رَجُلٌ مِنْ الْمُسْلِمِينَ عَلَى صَفِّ الرُّومِ حَتَّى دَخَلَ فِيهِمْ فَصَاحَ النَّاسُ وَقَالُوا سُبْحَانَ اللّٰهِ يُلْقِي بِيَدَيْهِ إِلَى التَّهْلُكَةِ فَقَامَ أَبُو أَيُّوبَ الْأَنْصَارِيُّ فَقَالَ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّكُمْ تَتَأَوَّلُونَ هَذِهِ الْآيَةَ هَذَا التَّأْوِيلَ وَإِنَّمَا أُنْزِلَتْ هَذِهِ الْآيَةَ فِينَا مَعْشَرَ الْأَنْصَارِ لَمَّا أَعَزَّ اللّٰهُ الْإِسْلَامَ وَكَثُرَ نَاصِرُوهُ فَقَالَ بَعْضُنَا لِبَعْضٍ سِرًّا دُونَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ أَمْوَالَنَا قَدْ ضَاعَتْ وَإِنَّ اللّٰهَ قَدْ أَعَزَّ الْإِسْلَامَ وَكَثُرَ نَاصِرُوهُ فَلَوْ أَقَمْنَا فِي أَمْوَالِنَا فَأَصْلَحْنَا مَا ضَاعَ مِنْهَا فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَى نَبِيِّهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَرُدُّ عَلَيْنَا مَا قُلْنَا {وَأَنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ} فَكَانَتْ التَّهْلُكَةُ الْإِقَامَةَ عَلَى الْأَمْوَالِ وَإِصْلَاحِهَا وَتَرْكَنَا الْغَزْوَ فَمَا زَالَ أَبُو أَيُّوبَ شَاخِصًا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ حَتَّى دُفِنَ بِأَرْضِ الرُّومِ (ت عن أسلم أبي عمران التجيبيّ(

Biz, Kostantin’i (İstanbul’u) kuşatmıştık. Rumlar karşımıza büyük bir orduyla çıktılar. Biz Müslümanlardan da, onlar kadar veya onlardan biraz daha fazla sayıda bir ordu onların karşısına çıktı. O dönemde Mısır halkının başında Ukbe b. Amir, ordunun başında da Fadele b. Ubeyd bulunuyordu. Müslümanlardan bir kişi Rum birliklerine hamle yaparak içlerine daldı. Bunu gören Müslümanlar: ″Subhânallâh! Bu adam kendisini eliyle tehlikeye atıyor″ dediler. Bunun üzerine Ebû Eyyüb el-Ensârî, ayağa kalktı ve şöyle dedi:

- Ey insanlar! Siz bu âyeti bu şekil­de mi yorumluyorsunuz? Şüphesiz ki bu âyet, biz Ensâr topluluğu hakkında nâzil olmuştur. Allah İslâm’ı aziz kılıp onun yardımcılarını çoğaltınca bizler, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bulunmadığı bir yerde birbirimizle gizli olarak şöyle konuştuk: ″Biz, mallarımızı kaybettik. Şüphesiz ki Allah, İslâmı aziz kıldı ve onun yardımcılarını artırdı. Biz artık mallarımızın başında durup da kaybettiklerimizi tek­rar elde etmeye çalışsak acaba nasıl olur?″ dedik. Bunun üzerine Allah’u Teâlâ bize cevap olarak Peygamberine: ″Mallarınızı Allah yolunda infak edin ve nefislerinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın…″ diye devam eden Sûre-i Bakara, Âyet 195’i indirdi. Böylece asıl tehlike­nin, malların başından ayrılmamak, onları çoğaltmaya çalışmak ve cihadı terketmek olduğu ortaya çıktı.

(Râvi) Eslem şöyle buyurdu:

Ebû Eyyüb el-Ensârî, Allah yolunda cihada devam etti ve orada ölerek Rum topraklarına defnedildi.[5]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Rum diyârı olan Kostantin şehrinin, Müslümanlar tarafından fethedileceğini bir Hadis-i Şerif’inde şöyle müjdelemiştir:

لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ (حم طب عن عبد اللّٰه بن بشر الخثمعى عن ابيه(

″Konstantin (İstanbul) şehri muhakkak fetholunacak. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onun askeri de ne güzel askerdir.″[6]

Ashâb-ı Güzîn Efendilerimiz, bu müjdeye nâil olabilmek için yukarıdaki Hadis-i Şerif’te geçtiği üzere, İstanbul’u kuşatmışlardır. Bu kuşatma sırasında Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî başta olmak üzere birçok Sahâbe şehit olmuş, fakat şehri fethe nâil olamamışlardır. Daha sonra Fatih Sultan Muhammed Han Hazretleri, 1453 yılında İstanbul’un fethini gerçekleştirerek, bu müjdeye nâil olmuştur. İstanbul’un fethinden sonra, Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî ve diğer Sahâbîlerin kabirlerinin yerleri tespit edilerek muhafaza altına alınmıştır. İşte günümüzde İstanbul’da Eyyüb Sultan Hazretleri diye ziyaret edilen yer, Hz. Ebû Eyyüb el-Ensârî’nin kabrinin bulunduğu türbedir.

﴿ يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ ﴿٢١٥﴾

215. Ey Habîbim! Sana, ne infak edeceklerini sorarlar. De ki: ″Maldan ne infak ederseniz, anne ve babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmış gariplere verin. Her ne hayır yaparsanız, şüphesiz Allah’u Teâlâ onu hakkıyla bilir.″

İzah: Ey Resûlüm! Sana Allah yolunda neyi sadaka olarak vereceklerini ve nereye vereceklerini soruyorlar. De ki: Ne hayır yaparsanız yapın; ister bir hurma tânesi, isterse bir zerrecik hâlis bir hayır olsun, onları öncelikle neseben size en yakın olanlara yapın, sonra kimsesi olmayan yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış gariplere verin. Ey Mü’minler! İyi bilin ki, sırf Allah rızâsı için yaptığınız iyilikleri ve niyetinizi Allah’u Teâlâ hakkıyla bilir, demektir.

Târık el-Muhâribî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Medîne’ye geldik. Baktık ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ayağa kalkmış minberde cemaate şöyle hitap ediyordu:

يَدُ الْمُعْطِي الْعُلْيَا وَابْدَأْ بِمَنْ تَعُولُ أُمَّكَ وَأَبَاكَ وَأُخْتَكَ وَأَخَاكَ ثُمَّ أَدْنَاكَ أَدْنَاكَ مُخْتَصَرٌ (ن عن طارق المحاربى)

″En üstün el, verenin elidir. Hayra; annen, baban, kız kardeşin ve erkek kardeşinden başla daha sonra da sırasıyla sana yakınlık derecesine göre devam et.″[7]

﴿ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِۜ قُلْ ف۪يهِمَٓا اِثْمٌ كَب۪يرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِۘ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاۜ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلِ الْعَفْوَۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ ﴿٢١٩﴾

219. Ey Resûlüm! Senden içki ve kumar hakkında sorarlar. De ki: ″Onların her birinde büyük günah vardır ve insanlar için onlarda bâzı menfaatler de vardır. Halbuki onların günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.″ Sana ne infak edeceklerini de sorarlar. De ki: ″İhtiyacınızdan artanı infak edin.″ İşte Allah’u Teâlâ, tefekkür etmeniz için size âyetlerini böyle bildirir.

İzah: Allah’u Teâlâ, o zamanın toplumunda içki çok yaygın olduğu için onu hemen yasaklamayıp, belli aşamaların sonunda kesin olarak yasaklamıştır.

Bu husus Hz. Ömer Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te, şöyle geçmektedir:

اللّٰهُمَّ بَيِّنْ لَنَا فِي الْخَمْرِ بَيَانًا شَافِيًا فَنَزَلَتْ الْآيَةُ الَّتِي فِي الْبَقَرَةِ فَدُعِيَ عُمَرُ فَقُرِئَتْ عَلَيْهِ فَقَالَ عُمَرُ اللّٰهُمَّ بَيِّنْ لَنَا فِي الْخَمْرِ بَيَانًا شَافِيًا فَنَزَلَتْ الْآيَةُ الَّتِي فِي النِّسَاءِ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَقْرَبُوا الصَّلَاةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى} فَكَانَ مُنَادِي رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا أَقَامَ الصَّلَاةَ نَادَى لَا تَقْرَبُوا الصَّلَاةَ وَأَنْتُمْ سُكَارَى فَدُعِيَ عُمَرُ فَقُرِئَتْ عَلَيْهِ فَقَالَ اللّٰهُمَّ بَيِّنْ لَنَا فِي الْخَمْرِ بَيَانًا شَافِيًا فَنَزَلَتْ الْآيَةُ الَّتِي فِي الْمَائِدَةِ فَدُعِيَ عُمَرُ فَقُرِئَتْ عَلَيْهِ فَلَمَّا بَلَغَ فَهَلْ أَنْتُمْ مُنْتَهُونَ قَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ انْتَهَيْنَا انْتَهَيْنَا (د ن ت عن عمر)

Hz. Ömer: ″Ey Al­lah’ım! İçki hakkında bize faydalı bir delil indir″ diye duâ etti. Bunun üzerine, ″Ey Resûlüm! Senden içki ve kumar hakkında sorarlar. De ki: ″Onların her birinde büyük günah vardır ve insanlar için onlarda bâzı menfaatler de vardır. Halbuki onların günahları, menfaatlerinden daha büyüktür…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 219 nâzil oldu. Hz. Ömer çağırılıp kendisine bu âyet okununca yine, ″Ey Al­lah’ım! İçki hakkında bize faydalı bir delil indir″ diye duâ etti. Bunun üzerine, ″Ey îman edenler! Sarhoş olduğunuz halde ne dediğinizi bilinceye kadar namaz kılmayın…″ diye geçen Sûre-i Nisâ, Âyet 43 nâzil oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in müezzini namaz için kamet edince, ″Sarhoş iken namaza yaklaşmayın″ diye ilan etti. Hz. Ömer çağırılıp bu âyet kendisine okununca yine, ″Ey Al­lah’ım! İçki hakkında bize faydalı bir delil indir″ diye duâ etti. Bunun üzerine de, ″Ey îman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın amelinden olan murdar bir şeydir. Bunlardan sakının ki, felah bulasınız.* Muhakkak şeytan, içki ve kumarla aranıza buğuz ve düşmanlık sokmak ve sizi zikrullahtan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz bunlardan vazgeçtiniz değil mi?″ diye geçen Sûre-i Mâide, Âyet 90-91 nâzil oldu. Hz. Ömer çağrılıp bu inen âyetler sonuna kadar okununca, Hz. Ömer: ″Vazgeçtik, vazgeçtik″ dedi.[8]

Yine Âyet-i Kerîme’de: Sana ne infak edeceklerini de sorarlar. De ki: ″İhtiyacınızdan artanı infak edin″ diye buyrulmaktadır. Beydâvî’nin beyanına göre, evvelce infak hususunda soru soran Amr b. Cumuh Radiyallâhu anhu, ikinci defa infakın miktarını sorması üzerine Allah’u Teâlâ, bu âyeti indirerek ihtiyaçtan fazlasını sadaka etmenin, mal sahiplerinin hallerine uygun olduğunu beyan buyurmuştur. Bu Âyet-i Kerîme nâzil olduktan sonra Ashâb-ı Kirâm, kendi ailesinin nafakasını ayırıp, fazlasını infak ederlerdi.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلْأَيْدِي ثَلَاثَةٌ فَيَدُ اللَّهِ الْعُلْيَا وَيَدُ الْمُعْطِي الَّتِي تَلِيهَا وَيَدُ السَّائِلِ السُّفْلَى فَأَعْطِ الْفَضْلَ وَلَا تَعْجِزْ عَنْ نَفْسِكَ (د عن مالك بن نضلة)

″Üç çeşit el vardır. Birincisi Allah’u Teâlâ’nın cömert elidir ki, o en üstün eldir. Bundan sonra gelen el de başkalarına veren eldir. Bir diğer el de altta kalan eldir ki, bu da isteyen ve başkalarına açılan eldir. İhtiyacından arta kalanı başkalarına ver, ancak kendi kendini de muhtaç duruma düşürme.″[9]

Bir kimse dilerse, ailesini başkasına muhtaç duruma düşürmeyecek şekilde malının tamamını infak edebilir. Nitekim Çâr-ı Yâr ve çok sayıda Sahâbe-i Kirâm, yeri geldiğinde; malının yarısını veya tamamını Allah yoluna infak etmişlerdir. Hattâ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, o an için imkânı olmadığı halde dahi, borçlanarak infakta bulunduğuna dair şu hâdise nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, savaştan elde edilen ganimetin tamamını Müslümanlara dağıttı. Ganîmet bittikten sonra:

اَنَّ رَجُلًا جَاءَ اِلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَأَلَهُ اَنْ يُعْطِيَهُ فَقَالَ النبى مَا عِنْد۪ى شَيْءٌ وَلٰكِنْ اِبْتَعْ عَلَىَّ فَاِذَا جَائَن۪ى شَيْءٌ قَضَيْتُهُ. فَقَالَ عُمَرُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ مَا كَلَّفَكَ اللّٰهُ مَا لَا تَقْدِرُ عَلَيْهِ! فَكَرِهَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَوْلُ عُمَرَ فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْاَنْصَارِ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَنْفِقْ وَلَا تَخَفْ مِنْ ذِى الْعَرْشِ اِقْلَالًا. فَتَبَسَّمَ النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعُرِفَ الْبَشَرُ وَجْهَهُ لِقَوْلِ الْاَنْصَارِىِّ. قَالَ بِهَذَا اُمِرْتُ (الترمذى فى الشمائل عن عمر)

Bir adam gelerek: ″Yâ Resûlallah! Bana mal kalmadı mı? Maldan bana da ver″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″İhtiyacın olanı çarşıdan al ve benim ödeyeceğimi söyle, daha sonra ben onlara öderim.″ Hz. Ömer ayağa kalkarak, ″Yâ Resûlallah! Sen gücünün yetmediği bir şeyi vermeye mecbur değilsin, Allah sana güçlükle emretmedi″ dedi. Bu söz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hoşuna gitmedi, ancak bir şey de söylemedi. Ensârdan birisi ayağa kalkarak dedi ki: ″Yâ Resûlallah! İstediğin kadar ver. Arş’ın sahibi olan Allah beni fakir eder diye korkma, O’na güven, ver.″ Bu söz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in hoşuna gitti ve mübârek yüzü gülümsedi ve ″Ben de bununla emredildim″ diye buyurdu.[10]

Yine Sûre-i Bakara, Âyet 219’da Allah’u Teâlâ, tefekkür etmeye de dikkat çekmektedir. Tefekkür: Dâimâ Hakk Teâlâ’yı fikredip düşünmek, her yerde ve her zaman fikirli, düşünceli olmak ve cümle mahlûkata ibret nazarıyla bakmaktır. Ayrıca göklerden, yerden ibret alıp Hakk’ı bunlarla isbat ederek Hakk’ın varlığına ve birliğine delil bilmektir.

﴿ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٢٤٥﴾

245. Kimdir o kimse ki, Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur, Allah’u Teâlâ da o kimseye mükâfatını kat kat verir. Rızıkları daraltan ve genişleten Allah’tır. Ve O’na döndürüleceksiniz.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur″ diye buyrulmaktadır. Burada geçen ″Ödünç″ ifadesi, Allah için yapılan ve karşılığı sâdece Allah’tan beklenen infak ve Allah için bir kimseye ödünç vermek anlamına gelmektedir.

Allah yolunda infak ile ilgili olarak Katâde Hazretleri şöyle buyurmuştur:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında adamın biri bu âyeti işitince, ″Ben Allah için ödünç veririm″ dedi ve malına yöneldi. Malının en güzelinden tasaddukta bulundu.[11]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَنْفَقَ نَفَقَةً فِي سَبِيلِ اللّٰهِ كُتِبَتْ بِسَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ (حم خريم بن فاتك الأسديّ(

″Her kim Allah yolunda bir şey harcarsa, ona yedi yüz katı yazılır.″[12]

Ödünç vermek ile ilgili de Şa’bî’den şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

اسْتَقْرَضَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ رَجُلٍ تَمْرًا فَلَمْ يُقْرِضْهُ, وَقَالَ: لَوْ كَانَ هَذَا نَبِيًّا لَمْ يَسْتَقْرِضْ. فَأَرْسَلَ اللّٰهُ إِلَى أَبِي الدَّحْدَاحِ فَاسْتَقْرَضَهُ, فَقَالَ: وَاللّٰهِ لَأَنْتَ أَحَقُّ بِي وَبِمَالِي وَوَلَدِي مِنْ نَفْسِي, وَإِنَّمَا هُوَ مَالُكَ, فَخُذْ مِنْهُ مَا شِئْتَ, وَاتْرُكْ لَنَا مَا شِئْتَ. فَلَمَّا تُوُفِّيَ ابْنُ الدَّحْدَاحِ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: رُبَّ عَذْقٍ مُذَلَّلٍ لِابْنِ الدَّحْدَاحِ فِي الْجَنَّةِ (أخرج ابن سعد عن الشعبي(

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem adamın birinden borç hurma almak istedi. Ancak adam: ″Bu, Peygamber olsaydı, borç istemezdi″ deyip borç olarak istenen hurmayı vermedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, İbn’ud-Dehdâhe’yi çağırttı ve ondan borç istedi. Bunun üzerine İbn’ud-Dehdâhe: ″Vallâhi, benim malımda ve çocuklarımda benden fazla hak sahibisin. Bu senin malındır, istediğin kadarını al, istediğin kadarını da bize bırak″ dedi. İbn’ud-Dehdâhe vefât ettiği zaman, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, İbn’ud-Dehdâhe’nin Cennette erişebileceği nice salkımlar vardır″ buyurdu.[13]

Yine bu Âyet-i Kerîme hakkında Abdullah İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ: مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ ) قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً قَالَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: إِنَّمَا يُوفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (طب هب عن ابن عمر)

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misâli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum gibidir…″[14] diye geçen âyet nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu. Bunun üzerine ″Kimdir o kimse ki, Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur, Allah’u Teâlâ da o kimseye mükâfatını kat kat verir…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 245 nâzil oldu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yine: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu­. Bunun üzerine de: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir″[15] diye geçen âyet nâzil oldu.[16]

Ebû Osman el-Nehdî Radiyallâhu anhu’dan da şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Benden daha çok Ebû Hüreyre ile birlikte oturan kimse yoktur. O benden önce hacca gitti. Ben de ondan sonra yola çıktım. Basra halkının, Ebû Hüreyre’den Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in: ″Allah’u Teâlâ Mü’minin yaptığı bir iyiliği bin kere bin kat artırır (bir milyon iyilik sevabı verir)″ buyurdu­ğunu işittim. Ben: ″Yazıklar olsun size, benden daha çok Ebû Hüreyre ile birlikte oturan kimse yoktur ve ben bu Hadis-i Şerif’i işitmedim″ dedim.

Ebû Osman el-Nehdî sözüne devamla şöyle anlatır:

Ona yetiş­mek üzere yola çıktım ve onun hacca gittiğini gördüm. Kendisinden bu Hadis-i Şerif’i almak için ben de hacca gittim ve onunla buluşarak, ″Yâ Ebû Hüreyre! Basra halkının senden rivâyet ettiklerini işittiğim hadisin aslı nedir?″ dedim. Ebû Hüreyre bana, ″O ne ki?″ dedi. Ben de: ″Onlar, senin: ″Allah’u Teâlâ Mü’minin yaptığı bir iyiliğe bir milyon iyilik sevabı verir″ dediğini iddia ediyorlar″ dedim. Ebû Hüreyre:

- Yâ Ebû Osman! Buna şaşma; Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 245’te: ″Kimdir o kimse ki, Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur, Allah’u Teâlâ da o kimseye mükâfatını kat kat verir…″ Ve Sûre-i Tevbe, Âyet 38’de: ″… Dünyâ hayatının menfaati, âhiretin yanında çok azdır″ diye buyurmaktadır. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ede­rim ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in:

إِنَّ اللّٰهَ لَيُضَاعِفُ الْحَسَنَةَ أَلْفَيْ أَلْفِ حَسَنَةٍ (حم عن أبي عثمان النهدى)

Allah’u Teâlâ Mü’minin yaptığı bir iyiliği iki bin kere bin kat artırır (iki milyon iyilik sevabı verir)″ buyurduğunu işittim.[17]

﴿ مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٦١﴾

261. Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misâli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah’u Teâlâ dilediğine kat kat ihsanda bulunur. Allah’u Teâlâ, ihsanı geniş olandır ve her şeyi bilendir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَرْسَلَ بِنَفَقَةٍ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَأَقَامَ فِي بَيْتِهِ فَلَهُ بِكُلِّ دِرْهَمٍ سَبْعُ مِائَةِ دِرْهَمٍ وَمَنْ غَزَا بِنَفْسِهِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَأَنْفَقَ فِي وَجْهِ ذَلِكَ فَلَهُ بِكُلِّ دِرْهَمٍ سَبْعُ مِائَةِ أَلْفِ دِرْهَمٍ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ {وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَاءُ} (ه عن جابر و بن عمر وعمران بن حصين)

″Her kim, Allah yolunda bir nafaka gönderir de kendisi evinde oturursa, mahşer günü onun her bir dirhemi için yedi yüz dirhem vardır. Her kim de Allah yolunda nefsiyle gazâda bulunur ve bu yolda infakta bulunursa, onun her bir dirhemi için yedi yüz bin dirhem vardır.″ Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″… Allah’u Teâlâ dilediğine kat kat ihsanda bulunur…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 261’i okudu.[18]

Yine bu hususta İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ: مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ أَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ ) قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: مَنْ ذَا الَّذِي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُ أَضْعَافًا كَثِيرَةً قَالَ: رَبِّ زِدْ أُمَّتِي فَنَزَلَتْ: إِنَّمَا يُوفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (طب هب عن ابن عمر)

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin misâli, yedi başak veren ve her başağında yüz tane bulunan bir tohum gibidir…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 261 nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu. Bunun üzerine ″Kimdir o kimse ki, Allah için güzel bir ödünç ile ödünçte bulunur, Allah’u Teâlâ da o kimseye mükâfatını kat kat verir…″[19] diye geçen âyet nâzil oldu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem yine: ″Rabbim, ümmetime artır″ buyurdu­. Bunun üzerine de: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir″[20] diye geçen âyet nâzil oldu.[21]

Hureym İbn-i Fâtik el-Esedî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

النَّاسُ أَرْبَعَةٌ وَالْأَعْمَالُ سِتَّةٌ فَالنَّاسُ مُوَسَّعٌ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمُوَسَّعٌ لَهُ فِي الدُّنْيَا مَقْتُورٌ عَلَيْهِ فِي الْآخِرَةِ وَمَقْتُورٌ عَلَيْهِ فِي الدُّنْيَا مُوَسَّعٌ عَلَيْهِ فِي الْآخِرَةِ وَشَقِيٌّ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَالْأَعْمَالُ مُوجِبَتَانِ وَمِثْلٌ بِمِثْلٍ وَعَشْرَةُ أَضْعَافٍ وَسَبْعُ مِائَةِ ضِعْفٍ فَالْمُوجِبَتَانِ مَنْ مَاتَ مُسْلِمًا مُؤْمِنًا لَا يُشْرِكُ بِاللّٰهِ شَيْئًا فَوَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ وَمَنْ مَاتَ كَافِرًا وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ وَمَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا فَعَلِمَ اللّٰهُ أَنَّهُ قَدْ أَشْعَرَهَا قَلْبَهُ وَحَرَصَ عَلَيْهَا كُتِبَتْ لَهُ حَسَنَةً وَمَنْ هَمَّ بِسَيِّئَةٍ لَمْ تُكْتَبْ عَلَيْهِ وَمَنْ عَمِلَهَا كُتِبَتْ وَاحِدَةً وَلَمْ تُضَاعَفْ عَلَيْهِ وَمَنْ عَمِلَ حَسَنَةً كَانَتْ لَهُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا وَمَنْ أَنْفَقَ نَفَقَةً فِي سَبِيلِ اللّٰهِ كَانَتْ لَهُ بِسَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ (حم عن خريم بن فاتك الاسدى)

İnsanlar dört sınıftır. Ameller de altı çeşittir. İnsanların bâzıları dünyâda da âhirette de bolluk içindedirler. Bâzıları ise dünyâda bolluk, âhirette kıtlık içindedirler. Bâzıları da dünyâda kıtlık âhirette ise bolluk içindedirler. Bâzıları da dünyâda da perişan, âhirette de perişandır.

Altı çeşit olan amellere gelince; onlardan iki amel vardır ki, neticesi kesindir. Diğer iki çeşidi vardır ki, onların sâdece karşılıkları verilir. Başka bir amel vardır ki, onun karşılığında on katı verilir. Bir başka amel vardır ki onun karşılığında da yedi yüz katı verilir. Neticeleri kesin olan iki amel şunlardır:

Kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan Müslüman ve Mü’min olarak ölecek olursa onun için Cennet kesindir. Kim de kâfir olarak ölecek olursa onun için de Cehennem kesindir. (Müslümanlar için) sâdece karşılığı verilen ameller ise şunlardır:

Kim bir iyilik yapmayı diler de onu yapmaz ve Allah’u Teâlâ, kişinin bu ameli gönülden istediğini ve bunu yapmaya gayret gösterdiğini bilir ve böyle bir kişi için de bir sevap yazılır. Yine kim bir kötülük yapmayı düşünür de onu yapmayacak olursa karşılığında kendisine hiçbir günah yazılmaz. Şâyet bu kötülüğü işleyecek olursa ona, bu kötülüğe karşılık sâdece bir günah yazılır ve günahı artırılmaz. Karşılığında on kat sevap verilen amel de şudur:

Kim herhangi bir güzel ameli işleyecek olursa ona karşılığında on katı verilir. Karşılığında yedi yüz kat sevap verilen amele gelince, o amel de şudur: Kim, Allah yolunda bir şey harcayacak olursa, ona karşılığında yedi yüz katı verilir.[22]

Yine bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِذَا أَحْسَنَ أَحَدُكُمْ إِسْلَامَهُ فَكُلُّ حَسَنَةٍ يَعْمَلُهَا تُكْتَبُ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا إِلَى سَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ وَكُلُّ سَيِّئَةٍ يَعْمَلُهَا تُكْتَبُ بِمِثْلِهَا حَتَّى يَلْقَى اللّٰهَ (خ م عن أبى هريرة)

″Sizden biri içiyle dışıyla Müslüman olursa, yaptığı her bir hayır en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabıyla yazılır. İşlediği her bir günah da sâdece misliyle yazılır. Bu hâl, Allah’a kavuşuncaya kadar böyle devam eder.″[23]

﴿ اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٦٢﴾

262. Mallarını Allah yolunda infak edip de sonra infak ettiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

İzah: Yapılan iyiliği başa kakanlarla ilgili olarak Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَأَمَّا الثَّلاثَةُ الَّذِينَ لَا يَنْظُرُ اللّٰهُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ: فَالْعَاقُّ بِوَالِدَيْهِ وَمُدْمِنُ الْخَمْرِ وَالْمَنَّانُ بِمَا أَعْطَى (طب عن ابن عمر)

″Üç sınıf insan vardır ki mahşer günü Allah’u Teâlâ onlara rahmet nazarıyla bakmaz: Anne ve babasına isyan eden, devamlı içki içen ve verdiği hayrı başa kakan.″[24]

﴿ قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ ﴿٢٦٣﴾

263. Bir tatlı dil, bir bağışlama, arkasından eziyet gelen sadakadan daha hayırlıdır. Allah’u Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir, Halîm’dir (cezâ vermekte acele etmez).

İzah: Yapılan iyilikle ilgili Ebû Zerr Radiyallâhu anhu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisine şöyle buyurduğunu söylemiştir:

لَا تَحْقِرَنَّ مِنْ الْمَعْرُوفِ شَيْئًا وَلَوْ أَنْ تَلْقَى أَخَاكَ بِوَجْهٍ طَلْقٍ (م عن ابى ذر)

″İyilikten hiçbir şeyi küçük görme. Eğer verecek bir şey de bulamazsan, kardeşini sevimli bir yüzle karşıla.″[25]

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٦٤﴾

264. Ey îman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde, malını insanlara gösteriş olsun diye infak eden kişinin yaptığı gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek sûretiyle sevabınızı boşa çıkarmayın. O gösteriş (riyâ) yapanın hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kayanın hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isâbet edince, üzerindeki toprağı temizleyip kendisini sade bir taş hâlinde bırakır. Onlar, gösteriş olarak yaptıkları infaklarının sevabını göremezler. Allah’u Teâlâ, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez.

İzah: Yapılan iyiliği başa kakanlar hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ثَلَاثَةٌ لَا يُكَلِّمُهُمْ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يَنْظُرُ إِلَيْهِمْ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ الْمَنَّانُ بِمَا أَعْطَى وَالْمُسْبِلُ إِزَارَهُ وَالْمُنَفِّقُ سِلْعَتَهُ بِالْحَلِفِ الْكَاذِبِ (ن عن ابى ذر)

″Üç sınıf insan vardır ki; mahşer günü Allah’u Teâlâ onlarla konuşmaz, on­lara bakmaz ve onları temize çıkarmaz ve onlar için elim bir azap vardır: Verdiğini başa kakan, elbisesini kibir için yerler­de sürüyen ve malını yalan yeminle satan.″[26]

Riyâkârlar hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ فِي جَهَنَّمَ لَوَادِ يَسْتَعِيذُ جَهَنَّمُ مِنْ ذَلِكَ الْوَادِي فِي كُلِّ يَوْمٍ أَرْبَعَ مِائَةِ مَرَّةٍ أُعِدَّ ذَلِكَ الْوَادِي لِلْمُرَائِينَ مِنْ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لِحَامِلِ كِتَابِ اللّٰهِ وَلِلْمُصَّدِّقِ فِي غَيْرِ ذَاتِ اللّٰهِ وَلِلْحُجَّاجِ إِلَى بَيْتِ اللّٰهِ وَلِلْخَارِجِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ (طب عن ابن عباس)

″Cehennemde bir vâdi vardır. Cehennem günde dört yüz defa o vâdiden Allah’u Teâlâ’ya sığınır. Buraya Ümmet-i Muhammed’in riyâkarları girecektir. Bunlar şu kimselerdir: Riyâkar hafızlar, sadakayı Allah rızâsından başka bir maksatla vermiş olanlar, hacca itibar kazanmak için gitmiş olanlar ve gazâya Allah rızâsından başka maksatla gitmiş olanlar.″[27]

Bu Âyet-i Kerîme’nin devamında verilen misâlden maksat; kaya üzerindeki toprak, yağmur ile nasıl yok oluyorsa, infaklarını riyâ ile yapanların sevapları da amel defterlerinden öyle yok olur, demektir.

﴿ وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْب۪يتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٢٦٥﴾

265. Mallarını sâdece Allah rızâsı için sebât-ı nefs ile infak edenlerin misâli de, yüksek yerde olup bol yahut hafif yağmura mâruz olması sebebiyle iki kat mahsul veren bahçelere benzer. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

İzah: Âyet-i Kerîme’de: ″Sebât-ı nefs ile infak edenler″ diye geçen ifadeden maksat, kişinin, irâdesini sağlamlaştırmış bir şekilde infakta bulunması, demektir. İşte Allah’u Teâlâ’nın, infak edilen mallar karşısında vereceği sevaba ula­şacağına inanan ve bunu kesin olarak bilen kişi, malını harcarken tereddüt için­de olmaz.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Secde, Âyet 17’de infakta bulunan Mü’minleri övmekte ve şöyle buyurmaktadır: ″Onların (gece, ibâdet için) yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine, korku ve ümit ile duâ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da infak ederler.* Artık yaptıkları sâlih amellere mükâfat olarak, kendileri için gözlerini aydın edecek şeylerden neler saklandığını hiç kimse bilmez.″

﴿ اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُۖ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ ف۪يهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ۟ ﴿٢٦٦﴾

266. (Ey riyâkarlık yapanlar!) İster misiniz ki, sizden birinizin hurma, üzüm ve bütün meyve ağaçlarından oluşan ve içinden nehirler akan bir bahçesi olup da, kendisine ihtiyarlık çöktükten sonra çocuklarının da hâli zayıfken, o bahçe yakıcı rüzgârın isâbetiyle yanıp mahvolsun? Allah’u Teâlâ, tefekkür etmeniz için âyetlerini işte böyle açıklar.

İzah: Allah’u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’yi, Allah rızâsı için değil de insanların öv­gülerini kazanmak için, gösteriş olsun diye mallarını harcayanlara bir misâl ola­rak indirmiştir. Mahşer gününde bunlar, harcadıklarından faydalanmak istedik­lerinde, Allah’u Teâlâ bunlara sevap vermeyecektir. Böylece yaptıklarının karşılığını al­maya en çok muhtaç oldukları bir zamanda amel defterlerinde hiçbir sevap bulamayacaklardır. Tıpkı Âyet-i Kerîme’de misâl verilen kişinin durumuna düşeceklerdir. Öyle ki, bu kişi bahçesi için yatırım yapmış, gereken emeği vermiş, bahçesi yetiştiğinde de ken­disi yaşlanmış çoluk çocuğu çoğalmış ve o bahçeye olan ihtiyacı şiddetle art­mıştır. İşte tam o anda yakıcı şiddetli bir rüzgâr gelmiş, bahçeyi tamamen yakmış ve o kişi bu bahçeden hiçbir fayda elde edememiştir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَنَّ اللّٰهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى إِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ يَنْزِلُ إِلَى الْعِبَادِ لِيَقْضِيَ بَيْنَهُمْ وَكُلُّ أُمَّةٍ جَاثِيَةٌ فَأَوَّلُ مَنْ يَدْعُو بِهِ رَجُلٌ جَمَعَ الْقُرْآنَ وَرَجُلٌ يَقْتَتِلُ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ وَرَجُلٌ كَثِيرُ الْمَالِ فَيَقُولُ اللّٰهُ لِلْقَارِئِ أَلَمْ أُعَلِّمْكَ مَا أَنْزَلْتُ عَلَى رَسُولِي قَالَ بَلَى يَا رَبِّ قَالَ فَمَاذَا عَمِلْتَ فِيمَا عُلِّمْتَ قَالَ كُنْتُ أَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ فَيَقُولُ اللّٰهُ لَهُ كَذَبْتَ وَتَقُولُ لَهُ الْمَلَائِكَةُ كَذَبْتَ وَيَقُولُ اللّٰهُ بَلْ أَرَدْتَ أَنْ يُقَالَ إِنَّ فُلَانًا قَارِئٌ فَقَدْ قِيلَ ذَاكَ ِ (ت عن ابى هريرة)

Allah’u Teâlâ mahşer günü, kulları arasına hükmetmek için iner. Her ümmet diz üstü çöker. İlk çağırılacak olan insan, Kur’ân ezberleyen kişidir. Sonra malı çok olan kişi ve Allah yolunda öldürülen kişidir.

Allah’u Teâlâ, Kur’ân okuyana der ki: ″Ben sa­na Peygamberime indirdiğimi öğretmedim mi?″ O da: ″Evet Yâ Rabbi!″ der. Allah’u Teâlâ: ″Peki, sana öğrettiğimle ne yaptın?″ diye sorar. O da: ″Gece gündüz elimden bırakmadım, de­vamlı okudum″ diye cevap verince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Sen filan ne güzel okuyor desinler, diye okudun. Nitekim de öyle oldu. Ne güzel Kur’ân okuyor, dediler.″

Sonra malı çok olan adam getirilir ve ona da Allah’u Teâlâ der ki: ″Sana bol mal vermedim mi? Seni kimse­ye muhtaç olmayacak duruma getirmedim mi?″ O da: ″Evet Yâ Rabbi!″ der. Allah’u Teâlâ: ″Peki, o malı ne yaptın?″ diye sorar. O da: ″Akrabaya ikram ettim, sadakalar ve zekâtlar verdim″ diye cevap verince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Sen verirken filan kimse ne kadar cömerttir, desinler diye verdin. Nitekim de öyle denildi.″

Sonra Allah yolunda öldürülen ge­tirilir ve ona da Allah’u Teâlâ der ki: ″Sen neden öldürüldün?″ O da: ″Yolunda savaşırken öldürüldüm″ deyince, Allah’u Teâlâ ona: ″Yalan söyledin″ der. Melekler de: ″Yalan söyledin″ derler. Sonra Allah’u Teâlâ ona şöyle buyurur: ″Filan adam ne kadar kahraman ve yiğit bir adam­dır, desinler diye savaştın ve öldürüldün. Nitekim öyle de denildi.″

Ondan sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem dizime vurup buyurdu ki: ″Yâ Ebû Hüreyre! İşte o üçler var ya, üzer­lerine Cehennem ateşi tutuşturulacak olan ilk insanlardır.″[28]

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَب۪يثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذ۪يهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا ف۪يهِۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ ﴿٢٦٧﴾

267. Ey îman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkarmış olduğumuz şeylerin en iyilerinden infak edin. Kendinizin, ancak göz yumarak (almaktan hoşlanmayarak) kabul edebileceğiniz kötü şeyleri infak etmeyin. Bilin ki, şüphesiz Allah’u Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir, hamde lâyık olandır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin şu hâdise üzerine nâzil olduğu rivâyet edilmiştir:

Ensâr, hurma kesme günleri gelince bahçelerinden tâze hurmaları alır ve bunları Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mescidinde iki direk arasına gerilmiş bir ipe asarlardı. Muhâcirlerin fakirleri de, onlardan yerdi. Ensârdan birisi kötü, âdi hurma­ları aldı ve tâze hurma salkımlarının arasına koydu. Bunun câiz oldu­ğunu sanıyordu. İşte böyle yapanlar hakkında Allah’u Teâlâ: ″Kendinizin, ancak göz yumarak (almaktan hoşlanmayarak) kabul edebileceğiniz kötü şeyleri infak etmeyin″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 267’yi indirdi.

Hz. Âişe’den nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

أُتِيَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِضَبٍّ فَلَمْ يَأْكُلْهُ وَلَمْ يَنْهَ عَنْهُ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ أَفَلَا نُطْعِمُهُ الْمَسَاكِينَ قَالَ لَا تُطْعِمُوهُمْ مِمَّا لَا تَأْكُلُونَ (حم عن عائشة)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e bir keler (bir cins kertenkele) getirildi, onu yemedi ve yenilmesini de yasaklamadı. Ben: ″Yâ Resûlallah! Onu fakirlere yedirelim mi?″ diye sordum. Buyurdu ki: ″Yemediğiniz şeylerden onlara yedirmeyin.″[29]

Allah’u Teâlâ bu âyet ile Mü’minlere, hem zekât verirken ve hem de infakta bulunurken mallarının kötülerini vermemelerini emretmiştir.

Bu hususta Be­râ b. Azib Radiyallâhu anhu diyor ki:

- Artık bundan sonra, birimiz bir şey tasadduk etmek istedi­ğinde elinde bulunanın en güzelini vermeye başladı.

﴿ اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًاۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌۚ ﴿٢٦٨﴾

268. Şeytan, sizi fakirlik ile korkutur ve size cimriliği emreder. Allah’u Teâlâ ise, size kendi katından bir bağışlama ve ihsan vaad eder. Allah’u Teâlâ, ihsanı geniş olandır ve her şeyi bilendir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ لِلشَّيْطَانِ لَمَّةً بِابْنِ آدَمَ وَلِلْمَلَكِ لَمَّةً فَأَمَّا لَمَّةُ الشَّيْطَانِ فَإِيعَادٌ بِالشَّرِّ وَتَكْذِيبٌ بِالْحَقِّ وَأَمَّا لَمَّةُ الْمَلَكِ فَإِيعَادٌ بِالْخَيْرِ وَتَصْدِيقٌ بِالْحَقِّ فَمَنْ وَجَدَ ذَلِكَ فَلْيَعْلَمْ أَنَّهُ مِنَ اللّٰهِ فَلْيَحْمَدْ اللّٰهَ وَمَنْ وَجَدَ الْأُخْرَى فَلْيَتَعَوَّذْ بِاللّٰهِ مِنْ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ ثُمَّ قَرَأَ {الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمْ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَاءِ} الْآيَةَ (ت عن عبد اللّٰه بن مسعود)

″Âdemoğlunda hem şeytanın hem de meleğin etkisi vardır. Şeytan’ın etkisi, insanı kötülüklere götürmesi ve hakkı yalanlatmasıdır. Meleğin etkisi ise, insanı hayra götürmesi ve hakkı tasdik ettirmesidir. Her kim böyle bir etki ile karşılaşırsa, bilsin ki bu, Allah’tandır. Bu sebeple O’na şükretsin. Şeytan’ın etkisi ile karşılaşırsa da, Allah’ın dergâhından kovulmuş olan şeytandan O’na sığınsın. Sonra Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Şeytan, sizi fakirlik ile korkutur ve size cimriliği emreder…″ diye devam eden Sûre-i Bakara, Âyet 268’i okudu.[30]

﴿ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿٢٧٠﴾

270. Nafakadan her ne infak ederseniz ve adaktan her ne adarsanız, Muhakkak ki Allah’u Teâlâ onu bilir. Zâlimlerin, (kendilerini azaptan kurtaracak) yardımcıları yoktur.

İzah: Âyet-i Kerîme’de zikredilen ″Zâlimler″den maksat, mallarını gösteriş için riyâkarlık yaparak harcayanlar ve şeytana uyarak Hakk’ın hudûdunu aşıp Allah’a isyan eden kimselerdir. Bu durumda olan kimseleri de Allah’ın azâbından kurtaracak kimse yoktur.

Bu Âyet-i Kerîme’nin metninde geçen ″Nezr″ kelimesi ″Adak″ anlamına gelmektedir. Adak: Allah’u Teâlâ’ya tâzim için mübah bir fiilin yapılmasını kendi nefsine vâcip kılmaktır.

Adak iki şekilde olur; biri, şarta bağlı olan adak, diğeri de şartsız adaktır. Bu hususta ″İhtiyâr″ adlı eserde şöyle buyrulmuştur:

″Mutlak olarak adakta bulunan bir kimsenin, adağını yerine getirmesi üzerine düşen bir borçtur. Yine adağın bir şarta bağlanması ve şartın da meydana gelmesi ile adağı yerine getirmek borç olur.″[31] Yani şarta bağlı olan adak, bir kimsenin mübah olan bir fiili, ″Şu işim şöyle olursa, Allah için kurban keseceğim, şu kadar fakiri doyuracağım yahut sadaka vereceğim″ gibi farklı ifadelerle Allah’u Teâlâ’ya vaadlerde bulunmasıdır.

Hanefi Mezhebi’ne göre, adak ancak iki şart ile sahih olur: Birincisi: Adakta bulununulan şey, şer’an farz ve vâcip olan bir ibâdetin cinsinden olmalıdır. İkincisi: Adakta bulunulan şey, aslî bir ibâdet olup ibâdete vesîle olmamalıdır. Bundan dolayı hastayı ziyâret etmek için yapılan adak, sahih değildir. Zîrâ hastayı ziyâret etmek cinsinden şer’an vâcip olan bir ibâdet yoktur. Abdest almayı adamak da sahih değildir. Çünkü abdest almak da ibâdet değil, ibâdete vesîledir.[32]

Adakta bulunulan şeyin, namaz, oruç gibi aslî bir ibâdet olması gerektiğine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

بَيْنَا النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْطُبُ إِذَا هُوَ بِرَجُلٍ قَائِمٍ فَسَأَلَ عَنْهُ فَقَالُوا أَبُو إِسْرَائِيلَ نَذَرَ أَنْ يَقُومَ وَلَا يَقْعُدَ وَلَا يَسْتَظِلَّ وَلَا يَتَكَلَّمَ وَيَصُومَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُرْهُ فَلْيَتَكَلَّمْ وَلْيَسْتَظِلَّ وَلْيَقْعُدْ وَلْيُتِمَّ صَوْمَهُ (خ عن ابن عباس)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, hutbe okurken ayakta duran birini gördü ve kim olduğunu sordu. ″Bu, Ebû İsrâil’dir, ayakta durmayı, oturmamayı, gölgede durmamayı, konuşmamayı ve oruç tutmayı adadı″ dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, ″Ona söyleyin konuşsun, gölgede dursun, otursun ve orucunu tamamlasın″ buyurdu.″[33]

Yine adakların yerine getirilmesi hakkında Allah’u Teâlâ Sûre-i İnsân, Âyet 7’de şöyle buyurmaktadır: ″Allah’ın has kulları, adaklarını yerine getirirler ve şerri (azâbı) her tarafa yayılmış bir günden korkarlar.″

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

مَنْ نَذَرَ نَذْرًا لَمْ يُسَمِّهِ فَكَفَّارَتُهُ كَفَّارَةُ يَمِينٍ وَمَنْ نَذَرَ نَذْرًا فِي مَعْصِيَةٍ فَكَفَّارَتُهُ كَفَّارَةُ يَمِينٍ وَمَنْ نَذَرَ نَذْرًا لَا يُطِيقُهُ فَكَفَّارَتُهُ كَفَّارَةُ يَمِينٍ وَمَنْ نَذَرَ نَذْرًا أَطَاقَهُ فَلْيَفِ بِهِ (د عن ابن عباس)

″Kim bir adak adar da, onu açıkça belirtmezse, ona yemin keffâreti[34] gerekir. Günah olan şeylerde de kim adakta bulunursa, ona da yemin keffâreti gerekir. Bir kimse gücü yetmediği bir adak da bulunursa, ona da yemin keffâreti gerekir. Kim de bir adak adar ve onu yapmaya gücü yeterse, adağını yerine getirsin.″[35]

﴿ اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۜ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ ﴿٢٧١﴾

271. Sadakaları (riyâdan uzak olarak) açıktan verirseniz, o da güzeldir. Lâkin gizlice fakirlere vermeniz sizin için daha hayırlıdır, bu sebeple Allah’u Teâlâ da sizin günahlarınızı örter. Allah’u Teâlâ, yaptıklarınızdan haberdardır.

İzah: Âmir eş-Şa’bî Radiyallâhu anhu’dan nakledildiğine göre; bu Âyet-i Kerîme, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer Radiyallâhu anhumâ hakkında nâzil olmuştur.

فَجَاءَ بِنِصْفِ مَاله حَتَّى دَفَعَهُ إِلَى النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لَهُ النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا خَلَّفْت وَرَاءَك لِأَهْلِك يَا عُمَر قَالَ خَلَّفْت لَهُمْ نِصْف مَالِي وَأَمَّا أَبُو بَكْر فَجَاءَ بِمَالِهِ كُلّه يَكَاد أَنْ يُخْفِيه مِنْ نَفْسه حَتَّى دَفَعَهُ إِلَى النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لَهُ النَّبِيّ صَلَّى اللّٰه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا خَلَّفْت وَرَاءَك لِأَهْلِك يَا أَبَا بَكْر؟ فَقَالَ عِدَة اللّٰه وَعِدَة رَسُوله فَبَكَى عُمَر رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ وَقَالَ بِأَبِي أَنْتَ وَأُمِّي يَا أَبَا بَكْر وَاللّٰه مَا اِسْتَبَقْنَا إِلَى بَاب خَيْر قَطُّ إِلَّا كُنْت سَابِقًا (الأصبهاني في الترغيب والترهيب عن عامر الشعبي)

Hz. Ömer, malının yarısını getirip Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vermişti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona: ″Arkanda ailen için ne bıraktın Yâ Ömer?″ diye sorduğunda, Hz. Ömer: ″Onlara malımın yarısını bıraktım″ demiş­ti. Hz. Ebû Bekir’e gelince; o bütün malını getirmiş ve neredeyse kendi nef­sinden bile gizleyerek Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vermişti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ona, ″Yâ Ebû Bekir! Arkanda ailen için ne bıraktın?″ diye sorunca o, ″Allah ve Resûlünü bıraktım″ diye cevaplamış ve bunun üzerine Hz. Ömer ağlayarak, ″Babam ve annem sana fedâ olsun Yâ Ebû Bekir! Allah’a yemin ederim ki, ne zaman hayır konusunda seninle yarışsak mutlaka sen beni geçtin″ diye buyurmuştur.[36]

Sadakayı gizli vermenin mükâfatı hakkında da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمْ اللّٰهُ فِي ظِلِّهِ يَوْمَ لَا ظِلَّ إِلَّا ظِلُّهُ الْإِمَامُ الْعَادِلُ وَشَابٌّ نَشَأَ فِي عِبَادَةِ رَبِّهِ وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ فِي الْمَسَاجِدِ وَرَجُلَانِ تَحَابَّا فِي اللّٰهِ اجْتَمَعَا عَلَيْهِ وَتَفَرَّقَا عَلَيْهِ وَرَجُلٌ طَلَبَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ وَجَمَالٍ فَقَالَ إِنِّي أَخَافُ اللّٰهَ وَرَجُلٌ تَصَدَّقَ أَخْفَى حَتَّى لَا تَعْلَمَ شِمَالُهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينُهُ وَرَجُلٌ ذَكَرَ اللّٰهَ خَالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ (خ م عن ابى هريرة)

″Yedi sınıf insan vardır ki, Allah’u Teâlâ onları hiçbir gölgenin bulunmadığı günde gölgelendirir. Bunlar şu kimselerdir: Âdil devlet başkanı. Rabbine ibâdet ederek yetişen genç. Kalbi mescitlere bağlı olan kişi. Allah için birbirini seven ve Allah için bir araya gelip Allah için birbirlerinden ayrılan iki kişi. Asâlet ve güzellik sahibi bir kadın kendisini dâvet ettiği halde, ″Ben, Allah’tan korkarım″ diyerek onu reddeden kişi. Sadaka verirken sağ elinin verdiğini sol eline hissettirmeyecek şekilde gizli olarak sadaka veren kişi. Kimsenin olmadığı yerde Allah’ı zikrederek gözlerinden yaş döken kişi.″[37]

Ebû Zerr el-Gifâri Radiyallâhu anhu, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَالصَّدَقَةُ قَالَ أَضْعَافٌ مُضَاعَفَةٌ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَأَيُّهَا أَفْضَلُ قَالَ جَهْدٌ مُقِلٍّ أَوْ سِرٌّ إِلَى فَقِيرٍ (حم عن ابى ذر)

″Yâ Resûlallah! Sadakanın karşılığı nedir?″ diye sordum. Buyurdu ki: ″Kat kattır.″ ″Yâ Resûlallah! Hangi sadaka daha üstündür?″ diye sordum. Buyurdu ki: ″Malı az olanın zorlukla verdiği, bir de gizli olarak fakire verilen sadakadır.″[38]

﴿ لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْۜ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿٢٧٢﴾

272. Ey Resûlüm! Onları hidâyete erdirmek sana ait değildir. Lâkin Allah’u Teâlâ dilediğini hidâyete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zâten siz ancak Allah’ın rızâsını kazanmak için veriyorsunuz. Hayır olarak her ne infak ederseniz, size karşılığı kat kat verilir ve aslâ haksızlığa uğratılmazsınız.

İzah: İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre; Ashâb-ı Kirâm, müşrik olan akrabalarına azda olsa sadaka vermekten hoşlanmıyorlardı. Bu konuyu Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e sorduklarında: ″Ey Resûlüm! Onları hidâyete erdirmek sana ait değildir. Lâkin Allah’u Teâlâ dilediğini hidâyete erdirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir…″ diye devam eden bu Âyet-i Kerîme nâzil olmuş ve müşrik bile olsalar, akrabanıza sadaka verin, diye buyrulmuştur.

﴿ لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذ۪ينَ اُحْصِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَط۪يعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِۘ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِس۪يمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يمٌ۟ ﴿٢٧٣﴾

273. İnfakınızı o fakirlere verin ki onlar, kendiyerini Allah yoluna adamışlardır, yeryüzünde dolaşmaya (çalışmaya) güç yetiremezler, istemekten çekindikleri için bilmeyen onları zengin zanneder, sen onları sîmalarından tanırsın, yüzsüzlük edip insanlardan bir şey istemezler. Hayır olarak her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah’u Teâlâ onu bilir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَيْسَ الْمِسْكِينُ الَّذِي تَرُدُّهُ التَّمْرَةُ وَالتَّمْرَتَانِ وَلَا اللُّقْمَةُ وَلَا اللُّقْمَتَانِ إِنَّمَا الْمِسْكِينُ الَّذِي يَتَعَفَّفُ وَاقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ يَعْنِي قَوْلَهُ {لَا يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا} (خ عن ابى هريرة)

″Miskin, şu kapı kapı dolaşan ve kendisine bir iki hurma, bir iki lokma ve bir iki yiyecek verilen kişi değildir. Asıl miskin, kendisine yetecek zenginliği olmayan, tanınıp da kendisine infak edilmeyen ve insanlardan hiçbir şey istemeyen kimsedir. İsterseniz, ″Yüzsüzlük edip insanlardan bir şey istemezler″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 273’ü okuyun.″[39]

Kâbisa b. el-Muhârik Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

تَحَمَّلْتُ حَمَالَةً فَأَتَيْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَسْأَلُهُ فِيهَا فَقَالَ أَقِمْ حَتَّى تَأْتِيَنَا الصَّدَقَةُ فَنَأْمُرَ لَكَ بِهَا قَالَ ثُمَّ قَالَ يَا قَبِيصَةُ إِنَّ الْمَسْأَلَةَ لَا تَحِلُّ إِلَّا لِأَحَدِ ثَلَاثَةٍ رَجُلٍ تَحَمَّلَ حَمَالَةً فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَهَا ثُمَّ يُمْسِكُ وَرَجُلٌ أَصَابَتْهُ جَائِحَةٌ اجْتَاحَتْ مَالَهُ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ أَوْ قَالَ سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ وَرَجُلٌ أَصَابَتْهُ فَاقَةٌ حَتَّى يَقُومَ ثَلَاثَةٌ مِنْ ذَوِي الْحِجَا مِنْ قَوْمِهِ لَقَدْ أَصَابَتْ فُلَانًا فَاقَةٌ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ أَوْ قَالَ سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ فَمَا سِوَاهُنَّ مِنْ الْمَسْأَلَةِ يَا قَبِيصَةُ سُحْتًا يَأْكُلُهَا صَاحِبُهَا سُحْتًا (م د عن قبيصة بن المخارق(

Bir durumda birinin diyetine kefil oldum ve bunu istemek için Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldim. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bize zekât gelene kadar bekle de geldi mi sana verilmesini emrederim″ buyurdu. Sonra şöyle devam etti: ″Ey Kâbisa! Dilenmek, ancak şu üç kişiden olan bir kişiye câizdir. Kefâlet altına girmiş olan birinin, meblağı ödeninceye kadar dilenmesi câizdir. Ödedikten sonra bundan vazgeçer. Malı bir âfet veya musibetle telef olan kişinin, geçim veya ihtiyacı kadar dilenmesi câizdir. Veya biri fakirleşip muhtaç duruma düştüğünde, kavminden akıllı üç kişinin, ″Falan kişi fakir düştü″ derse, o kişinin geçim veya ihtiyacı kadar dilenmesi câizdir. Ey Kâbisa! Bunların dışında kişinin dilenmesi câiz değildir ve dilenen kişi onu haram olarak yer.[40]

﴿ اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٧٤﴾

274. Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâre olarak infak ederler, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi hakkında, İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur:

فِي قَوْلِ اللّٰهِ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالِهِمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلانِيَةً قَالَ نَزَلَتْ فِي عَلِيِّ بن أَبِي طَالِبٍ كَانَتْ عِنْدَهُ أَرْبَعَةُ دَرَاهِمَ فَأَنْفَقَ بِاللَّيْلِ وَاحِدًا، وَبِالنَّهَارِ وَاحِدًا وَفِي السِّرِّ وَاحِدًا، وَفِي الْعَلانِيَةِ وَاحِدًا. (طب عن ابن عباس)

″Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâre olarak infak ederler, işte onların, Rableri katında mükâfatları vardır…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 274, Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Zîrâ onun dört dirhemi vardı. Birini gece, birini gündüz, birini gizlice, birini de açıktan infak etmişti.[41]

Gizli ve âşikâre infak etmenin mükâfatına dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُنْفِقُ مِنْ مَالِهِ زَوْجَيْنِ فِي سَبِيلِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ إِلَّا دَعَتْهُ حَجَبَةُ الْجَنَّةِ هَلُمَّ هَلُمَّ. (خط عن أنس(

Malından gizli ve âşikâre olarak Allah yolunda infakta bulunan hiçbir Müslüman yoktur ki, Cennet onu: ″Haydi gel, haydi gel!″ diye çağırmasın.[42]

﴿ يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ ﴿٢٧٦﴾

276. Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder. Sadakaları verilen malı da artırır. Allah’u Teâlâ, hiçbir kâfiri ve günahkârı sevmez.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder″ diye geçen ifade hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا أَحَدٌ أَكْثَرَ مِنْ الرِّبَا إِلَّا كَانَ عَاقِبَةُ أَمْرِهِ إِلَى قِلَّةٍ (ه عبد اللّٰه بن مسعود)

″Sizden birinin fâiz ile malı çoğalsa dahi, sonunda eksilmeye mahkûmdur.″[43]

Âyet-i Kerîme’de: ″Sadakaları verilen malı da artırır diye geçen ifade hakkında da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ يَقْبَلُ الصَّدَقَةَ وَيَأْخُذُهَا بِيَمِينِهِ فَيُرَبِّيهَا لِأَحَدِكُمْ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ مُهْرَهُ حَتَّى إِنَّ اللُّقْمَةَ لَتَصِيرُ مِثْلَ أُحُدٍ وَتَصْدِيقُ ذَلِكَ فِي كِتَابِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ {أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ} وَ{يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ} (ت حم عن ابى هريرة)

″Allah’u Teâlâ, verilen sadakayı kabul eder. Onu sağ eliyle alır ve sizden birinizin tayını beslediği gibi onu büyütür. Öyle ki, bir lokma, Uhud Dağı gibi olur. Bunu, Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabında doğrulayan âyetler şunlardır: ″Onlar bilmezler mi ki, muhakkak Allah’u Teâlâ, kullarının tevbesini kabul eder ve sadakaları alır…″ diye devam eden Sûre-i Tevbe, Âyet 104 ve ″Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder. Sadakaları verilen malı da artırır…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 276’dır.″[44]


[1] Ahmed b. Hanbel, Hadis No: 12119; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 1, s. 136.

[2] Bakınız: Sûre-i Nisâ, Âyet 103, Sûre-i Hûd, Âyet 114.

[3] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15045.

[4] Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 7846; Muhtâr’ul-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 492.

[5] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 3; Sünen-i Ebû Dâvud, Cihat 27.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18189; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 1200; Kırk Mevzuda Kırk Hadis Kitabı, Hadis No: 28.

[7] Sünen-i Nesâî, Zekât 51.

[8] Sünen-i Nesâî, Eşribe 1; Sünen-i Ebû Dâvud, Eşribe 1; Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ül-Kur’ân 6.

[9] Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât 29.

[10] Tirmizî, Şemâil-i Şerife, 22. Bölüm, Hadis No: 13, s. 358; İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 2, s. 895.

[11] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 3, s. 114.

[12] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18261.

[13] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 3, s. 113.

[14] Sûre-i Bakara, Âyet 261.

[15] Sûre-i Zümer, Âyet 10.

[16] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 645; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3168.

[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 7604, 10342; Tefsir-i İbn-i Ebî Hâtim, Hadis No: 2473; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 422.

[18] Sünen-i İbn-i Mâce, Cihat 4.

[19] Sûre-i Bakara, Âyet 245.

[20] Sûre-i Zümer, Âyet 10.

[21] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 645; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 3168.

[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18260.

[23] Sahih-i Buhârî, Îman 31; Sahih-i Müslim, Îman 59 (205).

[24] Taberânî, Mu’cem’l-Kebir, Hadis No: 13002; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 7344.

[25] Sahih-i Müslim. Birr 43 (144).

[26] Sünen-i Nesâî, Zekât 69; Sahih-i Müslim, Îman 46 (171).

[27] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12632.

[28] Sünen-i Tirmizî, Resûlullah’ın Zühdü 37; Rudânî, Câm’ul-Fevâid, Hadis No: 8086.

[29] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23593.

[30] Sünen-i Tirmizî, Tefsir’ul-Kur’ân 3; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6834.

[31] el-Mevsilî, Kitâb’ul-İhtiyâr, 4/90.

[32] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfat, c. 1, s. 169.

[33] Sahih-i Buhârî, Eymen ve’n-Nüzûr 30.

[34] Yemin keffâreti için Sûre-i Mâide, Âyet 89’a bakınız.

[35] Sünen-i Ebû Dâvud, Eyman, 30; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4057; Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 307.

[36] Tefsir-i İbn-i Ebî Hâtim, Hadis No: 2891.

[37] Sahih-i Buhârî, Ezan 36, Zekât 16, Rikâk 24; Sahih-i Müslim, Zekât 30 (91).

[38] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20566, 20572.

[39] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Bakara 49; Sahih-i Müslim, Zekât 34 (102).

[40] Sahih-i Müslim, Zekât 36 (109 Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât 27.

[41] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir Hadis No: 11001; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 6835.

[42] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 387/9.

[43] Sünen-i İbn-i Mâce, Tahâre 58.

[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 9707; Sünen-i Tirmizî, Zekât 28.