BAKARA SÛRESİ

﴿ وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِۜ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُ۫سَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضًا اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ۠ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْۜ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌۜ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ ﴿١٩٦﴾

196. Allah için niyet ettiğiniz hac ve umreyi bütün erkânı ve şartlarıyla yerine getirin. Eğer (niyet ederek ihrama girdiğiniz hac ve umreyi) bir engel sebebiyle yerine getiremezseniz, kolayınıza gelen bir kurban gönderin ve bunlar kurban mahalline (Mina’ya) varıp kesilinceye kadar (ihramdan çıkmak için) başlarınızı tıraş etmeyin. Ancak sizden her kim ihramda iken hasta olur veya başındaki bir rahatsızlık sebebiyle tıraş olmak mecburiyetinde kalırsa, ona da oruç tutmak yahut sadaka vermek veya kurban kesmek sûretiyle fidye lâzımdır. Sonra emin olduğunuzda (hac ve umreyi yapmayı engelleyen sebep ortadan kalkınca), kim umre ve haccı beraber yapmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmesi vâcip olur. Kurban bulamayan kimseye de hacda üç gün, hacdan döndükten sonra da yedi gün ki, tamamı on gün oruç tutmak vâcip olur. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram çevresinde oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.

İzah: Hac; belirli zamanda ihrama girerek Arafat’ta vakfe yapıp Kâbe’yi ziyaret edip diğer hacca ait ibâdetleri yerine getirmektir. Umre de; belli bir vakte bağlı olmaksızın, usulüne göre ihrama girdikten sonra Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa’y etmekten ibârettir. Tavaftan ve sa’ydan sonra traş olarak ihramdan çıkılır. Böylece Umre tamamlanmış olur.

Üç çeşit hac vardır.

Hacc-ı İfrad: Bu haccı yapmak isteyen kişi, hac ayları içerisinde umre yapmayıp sâdece hac niyetiyle ihrama girer. İfrat haccı yapan kimseye kurban kesmek sünnettir.[1] Temettu ve kıran haccı yapanlara ise vâciptir.

Hacc-ı Temettu: Bu haccı yapmak isteyen kimse, hac ayları içerisinde, önce umreye niyet eder ve umreyi yaptıktan sonra ihramdan çıkar. Zilhiccenin sekizinci günü veya daha önce Mekke-i Mükerreme’de tekrar hac için ihrama girer ve haccını böylece tamamlar.

Hanefi Mezhebine göre, Mekke şehrinde bulunanlar ve mîkât sınırları içerisinde olanlar için Hacc-ı Temettu ve Hacc-ı Kıran yoktur. Onlar yalnız hac için ihrama girerler (Hacc-ı İfrad yaparlar). Mîkât sınırlarının dışından hac yapmaya gelen kişiler dilerse Hacc-ı İfrad’a da niyet edebilir.

Hacc-ı Kıran: Bu haccı yapan kimse de, bir ihramla hem haccı, hem de umreyi birlikte yapmış olur. Niyet ederken hem hacca hem de umreye birlikte niyet eder. Hanefi Mezhebi’ne göre, kıran haccı diğerlerinden daha efdaldır.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَا آلَ مُحَمَّدٍ أَهِلُّوا بِحَجَّةٍ وَعُمْرَةٍ مَعًا.

″Ey Âl-i Muhammed! Hac ile umreyi ikisini bir ihram giymede beraber yapın.″[2]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

مَا مِنْ مُحْرِمٍ يَضْحَى لِلَّهِ يَوْمَهُ يُلَبِّي حَتَّى تَغِيبَ الشَّمْسُ اِلَّا غَابَتْ بِذُنُوبِهِ فَعَادَ كَمَا وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (ه عن جابر)

″İhramlı olan herhangi bir kişi; gününde kurban keser, telbiye getirirse o akşam güneş batarken günahları bağışlanır ve anne­sinden doğduğu gündeki gibi tertemiz olur.″[3]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَابِعُوا بَيْنَ الْحَجِّ وَالْعُمْرَةِ فَإِنَّهُمَا يَنْفِيَانِ الْفَقْرَ وَالذُّنُوبَ كَمَا يَنْفِي الْكِيرُ خَبَثَ الْحَدِيدِ وَالذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَلَيْسَ لِلْحَجَّةِ الْمَبْرُورَةِ ثَوَابٌ اِلَّا الْجَنَّةُ (ت عن ابن مسعود)

″Hac ile umreyi birbiri ardına yapın! Çünkü bu ikisi fakirlik ile günahları, körüğün demir, al­tın ve gümüşün pasını giderdiği gibi giderir­ler. Kabul edilmiş haccın karşılığı ancak Cennettir.″[4]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

قَالَ رَجُلٌ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ أَبِي مَاتَ وَلَمْ يَحُجَّ أَفَأَحُجُّ عَنْهُ قَالَ أَرَأَيْتَ لَوْ كَانَ عَلَى أَبِيكَ دَيْنٌ أَكُنْتَ قَاضِيَهُ قَالَ نَعَمْ قَالَ فَدَيْنُ اللّٰهِ أَحَقُّ (ن عن ابن عباس(

Adamın biri: ″Yâ Resûlullah! Babam haccını yapamadan öldü, onun yerine ben hac yapabilir miyim?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Bana söyler misin; babanın bir borcu olsa, sen onu öder miydin?″ Adam: ″Evet″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Öyleyse, Allah’u Teâlâ’ya olan borç ödenmeye daha lâyıktır″ buyurdu.[5]

Hanefi Mezhebi’ne göre, haccın üç farzı ve yirmi bir vâcibi vardır. En azından hacda bunların muhakkak yerine getirilmesi gerekir. Bir kimse bu vâciplerin birini yahut bir kaçını bilerek ya da bilmeyerek terk ederse, cezâ olarak kurban kesmek vâcip olur. Orada, ″Dört mezhepte vardır″ diyerek farklı farklı uygulamalar yapılması doğru değildir. Bir kimse bu dört mezhepten hangisinde ise hac vazifelerini ona göre yapması gerekir. Hiç olmazsa farzlar ile vâciplere dikkat edilmesi lâzımdır. Mesala: Hanefi Mezhebi’nde, haccın şartlarından olan kurbanı kesmek vâciptir. Şafiilerde ise sünnettir. Bunun gibi Ehl-i Sünnet olan dört mezhep arasında farklı uygulamalar vardır. İşte bu sebeple herkes dört hak mezhepten, mensubu olduğu mezhebine göre amel etmelidir.

Haccın farzları şöyledir:

İhrama girmek: Niyet ve telbiyeden ibârettir.

Arafat’ta vakfeye durmak: Urenâ Vâdisi hâriç Arafat’ın her tarafı vakfe yeridir.

Ziyaret tavafı: Bunun vakti, bayram günün fecri doğduktan sonra üç gündür. Bu tavafın bayramın birinci günü yapılması efdaldır.

Haccın vâcipleri de şöyledir:

Dışarıdan hacca gelenler için ihramsız mîkatı geçmemek. Mekke’nin halkı Harem-i Şerif’te ihrama girerler. Medîneliler için mîkat, Zülhüleyfe’dir. Medîne’ye dört veya yedi mil uzaklıktadır. Halk arasında Ali Kuyusu diye bilinen yerdir. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Vedâ Haccı için burada ihrama girmiştir. Iraklılar ve o bölgeden gelenler için mîkat, Zat-ı ırk’dır. Şamlılar için mîkat, Cuhfe’dir. Necidliler için mîkât, Karn’dır. Yemenliler için mîkat, Yelemlem’dir.

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem bu mîkatları tayin ederek; bu mîkâtlar, oranın halkı ile başka yerlerden gelenler için mîkattırlar, buyurmuştur. İhrama mîkatlarından önce girmek de câizdir. Gerek hac gerek umre gerekse herhangi bir iş için Mekke’ye gitmek isteyen kimsenin mîkatlardan ihramsız girmesi Hanefi Mezhebi’ne göre haramdır. Bu hususta Hanefilerin delili:

لَا يَدْخُلُ مَكَّةَ اِلَّا بِاِحْرَامٍ (عن ابن عباس)

″Hiçbir kimse ihramsız Mekke’ye giremez″[6] Hadis-i Şerif’idir.

İhramlı bulunduğu sürece, ihramlıya dikişli elbise giymek ve avlanmak gibi yasak olan şeyleri terketmek.

Arafat’ta gündüzden duran kimse, güneş batıncaya kadar Arafat’tan ayrılmayıp vakfeye durmak. Bekleme süresinde de akşam oluncaya kadar Kur’ân-ı Kerîm okumak, namaz, ibâdet, zikrullah, duâ ve tesbih ile meşgul olmaktır.

Müzdelife’de sabah namazından sonra vakfeye durmak. Arafat’tan akşam olunca hemen Müzdelife’ye gider, akşam yatsı namazını birleştirerek kılar, gece orada kalır, sabah namazını kıldıktan sonra Arafat’ta olduğu gibi aynı şekilde vakfeye durur ve duâsını yapar. Muhassir Vâdisi[7] hâriç, Müzdelife’nin her tarafı vakfe yeridir.

Mina’da şeytanı taşlamak ve şeytanı taşlamayı her gün yapmak ve yârinki güne ertelememek. Çünkü Mina’da şeytan üç gün taşlanır. Eğer Mina’da kalıyorsa, bayramın dördüncü gününde de şeytanı taşlaması vâciptir. Hanefi Mezhebi’ne göre; birinci gün, şeytanı sabah ile öğle vakti arasında; diğer günlerde öğle ile akşam arasında taşlamak efdaldir.

Kıran ve Temettu haccı yapanlar için kurban kesmek. Şeytan taşladıktan sonra kurbanı harem dâhilinde ve bayram günlerinde kesmektir.

Kurbanı kestikten sonra saçı kısaltıp veya usturaya verip ihramdan çıkmak ve bu işi yine harem dâhilinde ve bayram günlerinde yapmak. Âyet-i Kerîme’de geçtiği gibi, Kıran ve Temettu haccı yapan bir kişi, kurbanı kesip tıraş olmadan ihramdan çıkamaz. Eğer çıkarsa, cezâ olarak bir kurban kesmesi gerekir.

Ziyaret tavafını kurban kesme günlerinde yapmak.

Ziyaret tavafında, şavt’ın[8] dördü farzdır, üçü vâciptir. Bunları tamam etmek.

Tavafı, hatimin ardından yapmaktır. Yani hatim, ay şeklinde Kâbe’den biraz ayrı olan kısımdır. Tavafı onun gerisinden dolanmaktır.

Kâbe’yi karşısına alıp Kâbe’nin sağ tarafından başlayıp sola doğru dönerek tavaf etmek.

Beytullah’ta tavaf’a başlarken Hacer’ül-Esved hizasına geldiğinde niyet edip başlamak.

Her farz veya nâfile tavaftan sonra iki rekât namaz kılmak: Efdal olan, bu namazın Zemzem-i Şerif’le Makam-ı İbrâhim Aleyhisselâm arasında kılmaktır. Hanefilere göre, bu tavaf namazı mübah olan vakitlerde kılınır. Kerahat vakitlerinde bu tavaf namazı kılınmaz.

Hac veya umre yapanlar için, muteber bir tavaftan sonra sa’y yapmak.

Say’a, Safâ Tepesi’nden başlamak.

Özrü olmayanların Say’ı yürüyerek yapması.

Hades ve habisten taharetlenmek. Yani büyük ve küçük abdestsizlikten ve pisliklerden temizlenmektir.

Temiz elbise giymek.

Setr-i avret. Yani avret yerini örtmektir.

Vedâ Tavafı yapmak. Bu da dışarıdan gelenlerin en son ayrılırken yapmaları gereken tavaftır.

(Haccın bu farz ve vâciplerini yerine getirdiği sürece) hac görevini yerine getirirken imama uymak.[9]

Burada farzlar ile vâciplere yer verdik. Geri kalanları sünnet ve âdablarıdır. Yapılırsa iyi, yapılmazsa da zararı yoktur.

Yine bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Ab­dullah İbn-i Ma’kil Hazretlerinden şu hâdise nakledilmiştir:

Ka’b İbn-i Ucre Radiyallâhu anhu’ya, ″Ona da oruç tutmak yahut sadaka vermek veya kurban kesmek sûretiyle fidye lâzımdır″ diye geçen âyeti sordum. Şöyle anlattı:

حُمِلْتُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْقَمْلُ يَتَنَاثَرُ عَلَى وَجْهِي فَقَالَ مَا كُنْتُ أُرَى أَنَّ الْجَهْدَ قَدْ بَلَغَ بِكَ هَذَا أَمَا تَجِدُ شَاةً قُلْتُ لَا قَالَ صُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ أَوْ أَطْعِمْ سِتَّةَ مَسَاكِينَ لِكُلِّ مِسْكِينٍ نِصْفُ صَاعٍ مِنْ طَعَامٍ وَاحْلِقْ رَأْسَكَ فَنَزَلَتْ فِيَّ خَاصَّةً وَهْيَ لَكُمْ عَامَّةً (خ عن عبد اللّٰه بن معقل(

(Hudeybiye’de) bitler yüzümün üzerinde saçılıp dağılır hâlde, ben Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına götürüldüm. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Ben meşakkatin, bu dereceye ulaştığını zannetmiyor­dum. Sen bir davar bulabilir misin?″ diye sordu. Ben: ″Hayır″ dedim. Bunun üzerine, ″… Ona da oruç tutmak yahut sadaka vermek veya kurban kesmek sûretiyle fidye lâzımdır…″[10] diye geçen âyet nâzil oldu. Peygamberimiz: ″Üç gün oruç tut, yahud herbir fakire yarım sâ’ ölçeği buğ­day düşmek üzere altı fakiri doyur ve başını tıraş et″ buyurdu. İşte bu âyet husûsî olarak benim hakkımda nâzil oldu, ancak umûmen hepinize şâmildir.[11]

﴿ اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ ﴿١٩٧﴾

197. Haccın vakti, bilinen aylardır. Her kim o aylarda hacca başlayarak onu kendisine farz kılarsa, artık hac esnasında ailesiyle cimâ etmek, günah işlemek ve bir kimse ile çekişmek yasaklanmıştır. Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah’u Teâlâ onu bilir. Azık tedârik edin. Şüphesiz ki, azıkların en hayırlısı takvâdır. Ey hâlis akıl sahipleri! Benden korkun.

İzah: Hac ayları: Şevval, Zilkâde ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. Hac yapma ve haccın faziletine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir.

تَعَجَّلُوا الْخُرُوجَ اِلَى مَكَّةَ فَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَا يَدْرِي مَا يَعْرِضُ لَهُ مِنْ مَرَضٍ أَوْ حَاجَةٍ. (حل والديلمي عن ابن عباس(

″Mekke’ye hacca gitmekte acele edin. Zîrâ hiçbiriniz başına ne hastalık veya ne iş gelecek önceden bilemez.″[12]

مَنْ حَجَّ هَذَا الْبَيْتَ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (خ م عن ابى هريرة(

″Her kim bu Kâbe’yi haccetse ve bu süre içinde ailesiyle cimâ etmese ve günah da işlemese, anasından doğduğu gün gibi günahından sıyrılıp çıkar.″[13]

الْحَاجُّ يَشْفَعُ فِي أَرْبَعِمِائَةِ مِنْ أَهْلِ بَيْتِهِ وَيَخْرُجُ مِنْ ذُنُوبِهِ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ (البزار عن ابى موسى(

(Haccı makbul olan) hacı, ev halkından dört yüz kişiye şefaat eder ve anasından doğduğu gibi günahlarından temizlenmiş olur.″[14]

إِذَا لَقِيتَ الْحَاجَّ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَصَافِحْهُ وَمُرْهُ أَنْ يَسْتَغْفِرَ لَكَ قَبْلَ أَنْ يَدْخُلَ بَيْتَهُ فَإِنَّهُ مَغْفُورٌ لَهُ (حم عن ابن عمر(

″Ey Abdullah! Hacdan dönmekte olan birine rastladığında ona selâm ver, onunla musâfaha yap ve evine girmezden önce kendisinden senin için istiğfar etmesini iste. Zîrâ o, bağışlanmış bir kimsedir.″[15]

اِنَّ الْحَسَنَةَ فِيهَا تُضَاعِفْ اِلَى مِائَةِ اَلْفِ وَكَذَلِكَ السَّيِّئَة.

″Mekke’de bir sevap yüz bine kadar katlanır, günah da aynı şekilde yüz bine kadar katlanır.″[16]

Yine Âyet-i Kerîme’de: ″Azık tedârik edin. Şüphesiz ki, azıkların en hayırlısı takvâdır. Ey hâlis akıl sahipleri! Benden korkun″ diye buyrulmaktadır. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ bu hususta şöyle buyurmuştur: Yemen halkı hacca giderken azık almıyor ve ″Biz, Allah’a tevekkül eden kullarız″ diyorlardı. Fakat Mekke’ye geldikleri zaman da insanlardan di­leniyorlardı. İşte bunun üzerine Allah’u Teâlâ bu âyeti indirdi.

Yani Allah’u Teâlâ, hac yolunda ve diğer yolculuklarınızda yeteri kadar azık alın. Takvâ, azığı terketmekte değildir. Takvâ, Allah’tan korkmaktır. Bu ise, azıkların en hayırlısıdır. Ey hâlis akıl sahipleri! Benden korkun, diye buyurmuştur.

Hac yolculuğu esnasında ölen bir kimse hakkında şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ رَجُلًا أَوْقَصَتْهُ رَاحِلَتُهُ وَهُوَ مُحْرِمٌ فَمَاتَ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اغْسِلُوهُ بِمَاءٍ وَسِدْرٍ وَكَفِّنُوهُ فِي ثَوْبَيْهِ وَلَا تُخَمِّرُوا رَأْسَهُ وَلَا وَجْهَهُ فَإِنَّهُ يُبْعَثُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مُلَبِّيًا (م عن ابن عباس(

″İhramlı birisi bineğinden düşüp, boynu kırılarak ölünce, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Su ve sidr ile onu yıkayın, üzerindeki giysi ile kefenleyin, ancak yüzü ile başını örtmeyin. Zîrâ mahşer gününde telbiye ederek tekrar dirilecektir″ buyurdu.[17]

﴿ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْۜ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِۖ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الضَّٓالّ۪ينَ ﴿١٩٨﴾

198. (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden bir rızık talep etmenizde size bir günah yoktur. Arafat’tan döndüğünüz zaman, Meş’ar’il-Haram’da Allah’u Teâlâ’yı zikredin. Ve O’nu size doğrusunu öğrettiği gibi zikredin. Zîrâ siz, bundan önce dalâlette olan kimselerden idiniz.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebi İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan nakledildiğine göre şöyledir:

Ukaz ve Zu’l-Mecaz, câhiliye döneminde çarşıydı. İslâm geldikten sonra Müslümanlar hac zamanında orada ticaret yapmayı hoş görmüyorlardı. Bundan dolayı (Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden bir rızık talep etmenizde size bir günah yoktur…″ diye başlayan Sûre-i Bakara, Âyet 198 nâzil oldu.

Âyet-i Kerîme’de zikredilen ″Meş’ar’il-Haram″dan maksat da, Müzdelife’nin nihâyetinde bulunan ve Kuzah denilen bir tepeciktir. Arafat yolu üzerinde bulunan iki boğazın biti­minden itibaren başlar ve ″Muhassır″ denen yere kadar devam eder.

Hz. Ali Kerremallâhu veche’den şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

فَلَمَّا أَصْبَحَ يَعْنِي النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَوَقَفَ عَلَى قُزَحَ فَقَالَ هَذَا قُزَحُ وَهُوَ الْمَوْقِفُ وَجَمْعٌ كُلُّهَا مَوْقِفٌ وَنَحَرْتُ هَا هُنَا وَمِنًى كُلُّهَا مَنْحَرٌ فَانْحَرُوا فِي رِحَالِكُمْ (د عن على(

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Müzdelife’de sabahladı ve orada Kuzah tepesinin üzerinde vakfe yaptı ve buyurdu ki: ″Burası Kuzah’tır ve vakfe yeridir. Müzdelife’nin her tarafı da vakfe yeridir.″ Mina’ya varınca da şöyle buyurdu: ″Ben kurbanı şurada kestim. Mina’nın her tarafı kesim yeridir. Bu sebeple kurbanlarınızı konak yerlerinizde kesin.″[18]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

عَرَفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ عُرَنَةَ وَالْمُزْدَلِفَةُ كُلُّهَا مَوْقِفٌ وَارْتَفِعُوا عَنْ بَطْنِ مُحَسِّرٍ وَمِنَى كُلُّهَا مَنْحَرٌ (طب عن ابن عباس(

″Arafat’ın her tarafında vakfe yapılabilir. Yalnız Batn-ı Urena’dan çekinin. Müzdelifenin de her tarafında vakfe yapılabilir. Ancak orada da Muhassır Vâdisi’nden çekinin. Mina’nın ise her tarafı kurban kesme yeridir.″[19]

Abbas b. Mirdas es-Sülemî Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te, şöyle buyrulmuştur:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Arafat’ta durduğu akşam, ümmeti için Allah’tan mağfiret diledi. Allah’u Teâlâ da ona: ″Zâlim olanlar hâriç hepsini affettim. Çünkü ben mazlumun hakkını ondan mutlaka alacağım″ diye cevap verdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem:

- Ey Rabbim! Eğer dilersen mazluma hakkını Cennetten verir ve zâlimi de affedersin, dedi. Allah’u Teâlâ, akşam Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu talebine cevap vermemişti. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Müzdelife’de sabahlayınca bu duâsını tekrarladı. Bu defa ona istediği ve­rildi. Orada Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem güldü veya gülümsedi. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer:

- Annem babam sana fedâ olsun! Bu an, senin gülmediğin bir andır. Se­ni güldüren nedir? Allah’u Teâlâ seni güldürsün! dediler. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’de buyurdu ki:

إِنَّ عَدُوَّ اللّٰهِ إِبْلِيسَ لَمَّا عَلِمَ أَنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ اسْتَجَابَ دُعَائِي وَغَفَرَ لِأُمَّتِي أَخَذَ التُّرَابَ فَجَعَلَ يَحْثُوهُ عَلَى رَأْسِهِ وَيَدْعُو بِالْوَيْلِ وَالثُّبُورِ فَأَضْحَكَنِي مَا رَأَيْتُ مِنْ جَزَعِهِ (ه عباس بن مرداس السلمى)

- Allah’ın düşmanı İblis, Allah’u Teâlâ’nın, benim duâmı kabul edip ümmetimi affettiğini öğrenince toprakları alıp başına saçmaya başladı. Vah başıma gelenlere, ″Keşke ölseydim de bunu duymasaydım″ şeklinde bağırmaya başladı. İşte beni güldüren, ondan gördüğüm bu feryattır.”[20]

﴿ ثُمَّ اَف۪يضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٩٩﴾

199. Sonra insanların döndüğü yerden (Arafat’tan) siz de dönün ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Hz. Âişe şöyle buyurmuştur:

كَانَتْ قُرَيْشٌ وَمَنْ دَانَ دِينَهَا يَقِفُونَ بِالْمُزْدَلِفَةِ وَكَانُوا يُسَمَّوْنَ الْحُمْسَ وَكَانَ سَائِرُ الْعَرَبِ يَقِفُونَ بِعَرَفَاتٍ فَلَمَّا جَاءَ الْإِسْلَامُ أَمَرَ اللّٰهُ نَبِيَّهُ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ يَأْتِيَ عَرَفَاتٍ ثُمَّ يَقِفَ بِهَا ثُمَّ يُفِيضَ مِنْهَا فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَى {ثُمَّ أَفِيضُوا مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ} (خ عن عائشة)

Kureyşliler ve onların dînine tâbi olan müşrikler, câhiliye devrinde hac sırasında Arafat’a çıkma­yıp Müzdelife’de vakfe yapıyorlar ve kendilerine de ″Hums″ ismini veriyorlardı. Halbuki diğer Araplar Arafat’a gidip orada vakfe yapıyorlardı. İslâm gelince, Allah’u Teâlâ Peygamberine, Arafat’a gitmesini ve orada vakfe yapmasını ve sonra da oradan dönmesini emretti. İşte Sûre-i Bakara, Âyet 199, bu hususa işâret ediyor.[21]

﴿ فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًاۜ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ﴿٢٠٠﴾

200. Sonra hacca ait ibâdetlerinizi bitirdiğiniz zaman, babalarınızı zikrettiğiniz gibi Allah’u Teâlâ’yı zikredin, hattâ daha şiddetli zikredin. İnsanlardan öylesi vardır ki, ″Ey Rabbimiz! Bizim nasibimizi dünyâda ver″ der. Bunlar için âhirette bir nasip yoktur.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’nin nüzul sebebine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ şöyle buyurmuştur: İslâmiyetten önce Araplar, hac görevlerini tamamlayınca, teşrik günlerinden sonra Mina Mescid’i ile dağı arasında dururlar ve onlardan her biri atalarının cömertlik, kahramanlık ve sıla-ı rahim gibi faziletlerini sayıp dökerler, yani yüksek sesle, bağırarak atalarına methu senâlarda bulunurlardı.[22] İşte Bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ: ″Atalarınızı yüksek sesle çağırdığınızdan daha şiddetli olarak Benim ismimi zikredin″ diye buyurmuştur.

Ayrıca bu Âyet-i Kerîme’de, Allah’u Teâlâ’nın isminin yüksek sesle yapılmasına da delil vardır. Nitekim Kurban Bayramı günlerinde getirilen teşrik tekbirleri, ihrama niyet edildiğinde getirilen telbiyeler, ezanlar vs. bunlar gibi ibâdetlerde Allah’u Teâlâ’nın ismi yüksek sesle zikredilir. Bu sebeple diğer zamanlarda da, ″Lâ ilâhe illallâh, Allah’u Ekber, Allah, Allah″ gibi, Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretlerinin isimleri tek veya toplu olarak zikredilir.

Cehrî zikre dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Enfâl, Âyet 45’te: Ey îman edenler! Siz bir kâfir topluluğu ile karşılaşırsanız, sebat edin (harpten kaçmayın) ve Allah’u Teâlâ’yı çok zikredin ki, felah bulasınızdiye buyurmaktadır. Bu sebeple İslâm orduları, kâfir ordusu üzerine hücum ederken ve onlarla savaşırken; ″Allah’u Ekber, Allah, Allah″ diyerek, Cenâb-ı Hakk’ın ismini yüksek sesle zikrederler.

Cehrî zikrullaha dair çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اِنَّمَا جُعِلَ الطَّوَافُ بِالْبَيْتِ وَالسَّعْيُ بَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ وَرَمْيُ الْجِمَارِ لِإِقَامَةِ ذِكْرِ اللّٰهِ لَا لِغَيْرِهِ (حم د ت ك هب عن عائشة)

″Beytullah‘ı tavaf etmek, Safâ ile Merve arasında sa’y etmek ve şeytanı taşlamak, zikrullahı ikâme etmek içindir. Başka bir şey için değildir.″[23]

Bir Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

أَنَّ جِبْر۪يلَ عَلَيْهِ السَّلَام أَتَى النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: يَا مُحَمَّدُ كُنْ عَجَّاجًا ثَجَّاجًا وَالْعَجُّ التَّلْبِيَةُ وَالثَّجُّ نَحْرُ الْبُدْنِ. (حم طب عن السائب بن خلاد)

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem‘e Cebrâil Aleyhisselâm gelerek dedi ki: Yâ Muhammed! Accâcen ve seccâcen″ (inleyici ve çağlayıcı ol). Ac, Beytullah’ta telbiyedir (cehrî zikrullahtır). Sec de, kurbanın kanını çağlatıp akıtmaktır.[24]

Bir diğer Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَخْبَرَهُ أَنَّ رَفْعَ الصَّوْتِ بِالذِّكْرِ حِينَ يَنْصَرِفُ النَّاسُ مِنْ الْمَكْتُوبَةِ كَانَ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ كُنْتُ أَعْلَمُ إِذَا انْصَرَفُوا بِذَلِكَ إِذَا سَمِعْتُهُ. (خ م عن ابن عباس)

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ haber verdi ki: ″Halkın farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikretmesi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in zamanında var idi. İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ buyurdu ki: ″Ben bu sesi işitir işitmez, zikir seslerinin yükselmesi ile namazdan çıktıklarını anlardım.″[25]

İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ, mescidin dışında olmasına rağmen, namazdan çıktıklarını zikrullah sesinden anlardım, diyerek mescidin dışından dahi duyulacak şekilde yüksek bir sesle zikrullahın yapıldığını anlatmaktadır.

Câbir Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

أَنَّ رَجُلًا كَانَ يَرْفَعُ صَوْتَهُ بِالذِّكْرِ فَقَالَ رَجُلٌ لَوْ أَنَّ هَذَا خَفَضَ مِنْ صَوْتِهِ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ: فَإِنَّهُ أَوَّاهٌ قَالَ: فَمَاتَ فَرَأَى رَجُلٌ نَارًا فِي قَبْرِهِ فَأَتَاهُ فَإِذَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ فِيهِ وَهُوَ يَقُولُ: هَلُمُّوا إِلَى صَاحِبِكُمْ. فَإِذَا هُوَ الرَّجُلُ الَّذِي كَانَ يَرْفَعُ صَوْتَهُ بِالذِّكْرِ (د هب ك عن جابر)

Bir adam sesini yükselterek Allah’ı zikrederdi. Bunun üzerine adamın biri: ″Bu adam sesini alçaltsa ya!″ deyince, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″O evvâhtır (zikrullahı çok yapan biridir).″ Ravî dedi ki: Bu adam öldü. Baktık ki, kabrinde bir nûr var. Gittik ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem orada ve ″Arkadaşınızı bana verin (de onu kabre koyayım) diyordu. İşte o adam, sesini yükselterek Allah’ı zikretmesiyle tanınan o zattı.[26]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اُذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَثِيرًا حَتَّى يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ لَكُمْ تُرَائُونَ. (طب هب عن ابن عباس)

Allah’u Teâlâ’yı çok zikredin; hattâ o derece olsun ki münâfıklar, ″Siz gösteriş yapıyorsunuz″ desinler.[27]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ve Ashâbıyla beraber bir saat kadar ″Lâ ilâhe illâllâh, Lâ ilâhe illallâh″ diyerek, topluca ve yüksek sesle Allah’u Teâlâ’yı zikrettikleri Şeddâd b. Evs Radiyallâhu anhu’dan şöyle nakledilmiştir:

كُنَّا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ هَلْ فِيكُمْ غَرِيبٌ يَعْنِي أَهْلَ الْكِتَابِ فَقُلْنَا لَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ فَأَمَرَ بِغَلْقِ الْبَابِ وَقَالَ ارْفَعُوا أَيْدِيَكُمْ وَقُولُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ فَرَفَعْنَا أَيْدِيَنَا سَاعَةً ثُمَّ وَضَعَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَدَهُ ثُمَّ قَالَ الْحَمْدُ لِلَّهِ اللّٰهُمَّ بَعَثْتَنِي بِهَذِهِ الْكَلِمَةِ وَأَمَرْتَنِي بِهَا وَوَعَدْتَنِي عَلَيْهَا الْجَنَّةَ وَإِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ ثُمَّ قَالَ أَبْشِرُوا فَإِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ (حم طب ك عن أبي شَداد بن أوس(

Biz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda idik. Resûlü Ekrem: ″Aranızda yabancı (Ehl-i Kitap gibi Müslüman olmayan) bir kimse var mı?″ deyince, biz: ″Yok, Yâ Resûlallah!″ dedik. Bunun üzerine Resûlü Ekrem Efendimiz kapının kapatılmasını emretti ve buyurdu ki: ″Ellerinizi kaldırın ve -Lâ ilâhe illallâh- deyin.″ Biz de ellerimizi kaldırdık ve öylece bir saat kadar kelime-i tevhid zikrini yaptık. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ellerini indirince biz de indirdik. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bu zikrin sonunda: ″Allah’ım! Sana hamd olsun. Muhakkak ki Sen beni bu kelime-i tevhidin tebliği ile peygamber olarak gönderdin. Onunla zikretmeyi bana emrettin ve bunun karşılığında da bana Cenneti vaad ettin. Sen vaadinden aslâ dönmezsin″ diye duâ etti. Sonra da: ″Size müjdeler olsun ki, Allah’u Teâlâ hepinizi affetti″ buyurdu.[28]

Hz. Ali Kerremallâhu veche, Ashâb-ı Kirâm’ı vasıflandırırken şöyle buyurmuştur:

كَانُوا إِذَا ذَكَرُوا اللّٰهَ مَادُوا كَمَا تَمِيدُ الشَّجَرَةُ فِي الْيَوْمِ الشَّدِيدِ الرِّيحِ وَجَرَتْ دُمُوعُهُمْ عَلَى ثِيَابِهِمْ (العسكري في المواعظ كر حل عن على(

″Ashab, Allah’u Teâlâ’yı zikrederken, rüzgârın şiddetli olduğu bir günde sallanan ağaç gibi sallanırlardı. Gözlerinin yaşları da elbiselerinin üzerine akardı.″[29]

Sahâbenin zikir meclisi kurduklarına dair de Ebû Saîd el-Hudrî Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

خَرَجَ مُعَاوِيَةُ رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ اِلَى الْمَسْجِدِ فَقَالَ مَا يُجْلِسُكُمْ قَالُوا جَلَسْنَا نَذْكُرُ اللّٰهَ قَالَ اللّٰهِ مَا أَجْلَسَكُمْ اِلَّا ذَاكَ قَالُوا وَاللّٰهِ مَا أَجْلَسَنَا اِلَّا ذَاكَ قَالَ أَمَا اِنِّى لَمْ أَسْتَحْلِفْكُمْ تُهْمَةً لَكُمْ وَمَا كَانَ أَحَدٌ بِمَنْزِلَتِى مِنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَقَلَّ حَدِيثًا عَنْهُ مِنِّى اِنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَرَجَ عَلَى حَلْقَةٍ مِنْ أَصْحَابِهِ فَقَالَ مَا يُجْلِسُكُمْ قَالُوا جَلَسْنَا نَذْكُرُ اللّٰهَ وَنَحْمَدُهُ لِمَا هَدَانَا لِلْإِسْلَامِ وَمَنَّ عَلَيْنَا بِهِ فَقَالَ اللّٰهِ مَا أَجْلَسَكُمْ اِلَّا ذَاكَ قَالُوا اللّٰهِ مَا أَجْلَسَنَا اِلَّا ذَاكَ قَالَ أَمَا اِنِّى لَمْ أَسْتَحْلِفْكُمْ لِتُهْمَةٍ لَكُمْ اِنَّهُ أَتَانِى جِبْرِيلُ فَأَخْبَرَنِى أَنَّ اللّٰهَ يُبَاهِى بِكُمْ الْمَلَائِكَةَ (م ت ن عن ابى سعيد الخدرى(

Muâviye Radiyallâhu anhu, mescitte bir halkaya uğradı. Onlara hitâben: ″Sizi burada oturtan nedir?″ diye sordu. Dediler ki: ″Allah’u Teâlâ’yı zikretmek için oturduk.″ Hz. Muâviye dedi ki: ″Allah’u Teâlâ sizi buraya ancak bunun için mi oturttu?″ Onlar: ″Evet, Allah’u Teâlâ bizi burada ancak bunun için oturttu″ dediler. Bunun üzerine Hz. Muâviye şöyle dedi: Ben sizi töhmet altında bırakarak, yemin ettirmeyeceğim. Sahâbe içinde Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’den en az hadis ri­vayet eden benim. Bir gün Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, ashabından bir halkaya çıkıp hitâben: ″Sizi burada oturtan nedir?″ diye sordu. Onlar: ″Biz burada Allah’u Teâlâ’yı zikretmek için otur­duk. Bizi İslâm ile müşerref kıldığı için ve bize böylesine büyük bir lütufta bulunduğu için O’na hamd ediyoruz″ dediler. Resûlü Ekrem Efendimiz: ″Allah’u Teâlâ sizi buraya sâdece bunun için mi oturttu?″ dedi. Onlar: ″Evet, Allah’u Teâlâ bizi ancak bunun için oturttu, başka bir gâyemiz yoktur″ dediler. Bunun üze­rine buyurdu ki: ″Size inanıyorum, itham edip size yemin ettirmeyeceğim. Lâkin bana Cibril gelip Allah’u Teâlâ’nın, meleklere karşı sizinle iftihar ettiğini bildirdi.″[30]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, İmam Ali Kerremallâhu veche’ye cehrî zikri nasıl yapacağını şöyle göstermiştir:

غَمِّضْ عَيْنَيْكَ وَاسْمَعْ مِنِّي ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ثُمَّ قُلْ اَنْتَ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ وَاَنَا اَسْمَعُ فَقَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا اِلَهَ اِلَّا اللّٰهُ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ مُغَمِّضًا عَيْنَيْهِ رَافِعًا صَوْتَهُ عَلِيٌّ يَسْمَعُ ثُمَّ قَالَ عَلِيُّ لَا اِلَهَ اِلَا اللّٰهُ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ مُغَمِّضًا عَيْنَيْهِ رَافِعًا صَوْتَهُ وَالنَّبِىُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْمَعُ.

″Yâ Ali! Gözlerini kapa. Ben üç defa ″Lâ ilâhe illallâh″ derim, sen beni dinle. Sonra sen üç kere söyle, ben dinleyeyim″ dedi. Sonra Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, gözlerini kapayıp mübârek sesini yükselterek üç kere ″Lâ ilâhe illallâh″ dedi, Hz. Ali de dinledi. Sonra Hz. Ali gözlerini kapayıp sesini yükselterek üç kere ″Lâ ilâhe illallâh″ dedi, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de dinledi.″[31]

Böylece Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem, İmam Ali Kerremallâhu veche’ye cehrî zikri telkin etmiş oldu.[32]

Zikrullahın faziletine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den çok sayıda Hadis-i Şerif nakledilmiştir. Bunlardan bâzıları şöyledir:

أَلَا أُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرِ أَعْمَالِكُمْ وَأَزْكَاهَا عِنْدَ مَلِيكِكُمْ وَأَرْفَعِهَا فِى دَرَجَاتِكُمْ وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ اِنْفَاقِ الذَّهَبِ وَالْوَرِقِ وَخَيْرٌ لَكُمْ مِنْ أَنْ تَلْقَوْا عَدُوَّكُمْ فَتَضْرِبُوا أَعْنَاقَهُمْ وَيَضْرِبُوا أَعْنَاقَكُمْ قَالُوا بَلَى قَالَ ذِكْرُ اللّٰهِ تَعَالَى (حم ت عن ابى الدرداء(

″Haberiniz olsun! Rabbinizin katında dere­cenizi en yüksek ve sizi en temiz kılan, altın ve gümüş tasadduk etmekten daha hayırlı olan, Allah yolunda savaşa çıkıp da düşmanlarla kıyası­ya savaşmaktan bile daha üstün olan hayırlı amelinizi size bildireyim mi?″ ″Evet″ dediler. Buyurdu ki: ″İşte o, zikrullahtır.″[33]

سِيرُوا سَبَقَ الْمُفَرِّدُونَ قَالُوا وَمَا الْمُفَرِّدُونَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ الذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتُ (م عن ابى هريرة)

″Durmayın çalışın, çalışanlar ileri geçtiler ve ilerlediler.″ Dediler ki: ″Yâ Resûlallah! Bu ileri geçenler kimlerdir?″ Buyurdu ki: ″Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlardır.″[34]

اَعْظَمُ النَّاسِ دَرَجَةً اَلذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَثِيرًا. (هب عن ابى سعيد الخدرى)

″Derecesi en yüksek olanlar, Allah’ı çok zikredenlerdir.″[35]

Yine bu hususta Muaz İbn-i Enes Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

أَنَّ رَجُلًا سَأَلَهُ فَقَالَ أَيُّ الْجِهَادِ أَعْظَمُ أَجْرًا قَالَ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا قَالَ فَأَيُّ الصَّائِمِينَ أَعْظَمُ أَجْرًا قَالَ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا ثُمَّ ذَكَرَ لَنَا الصَّلَاةَ وَالزَّكَاةَ وَالْحَجَّ وَالصَّدَقَةَ كُلُّ ذَلِكَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ أَكْثَرُهُمْ لِلَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى ذِكْرًا فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالَى عَنْهُ لِعُمَرَ رَضِيَ اللّٰهُ تَعَالَى عَنْهُ يَا أَبَا حَفْصٍ ذَهَبَ الذَّاكِرُونَ بِكُلِّ خَيْرٍ فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَجَلْ (حم طب عن معاذ بن انس)

Bir kimse: ″Yâ Resûlallah! Hangi cihadın ecri daha büyüktür?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. ″Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?″ diye sordu. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. Sonra namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu sordu. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de hepsine: ″Allah’u Teâlâ’yı çok zikredenlerin ecri daha büyüktür″ buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer’e: ″Hayırların hepsini Allah’u Teâlâ’yı zikredenler alıp gitti″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de: ″Evet″ diye buyurdu.[36]

Abdullah İbn-i Büsr Radiyallâhu anhu’dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِنَّ شَرَائِعَ الْإِسْلَامِ قَدْ كَثُرَتْ عَلَىَّ فَأَخْبِرْنِى بِشَيْءٍ أَتَشَبَّثُ بِهِ قَالَ لَا يَزَالُ لِسَانُكَ رَطْبًا مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِ (ت عن عبد اللّٰه بن بسر(

Bir adam: ″Yâ Resûlallah! Hayır kapıları çok­tur. Hepsini yapmama imkân yok. Bana tek bir şey söyle ki, unutmayayım da onu yapayım″ dedi. Şöyle buyurdu: ″Dilin dâimâ zikrullah ile yaş kalsın.″[37]

﴿ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ ف۪ٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ تَعَجَّلَ ف۪ي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٠٣﴾

203. Allah’u Teâlâ’yı sayılı günlerde tekbir ile zikredin. Haccın ahkâmına riâyet edenler için, iki günde acele ederek dağılmakta günah yoktur. Kim de geri kalırsa, ona da günah yoktur. Allah’tan korkun ve bilin ki, hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

الْحَجُّ عَرَفَةُ مَنْ جَاءَ لَيْلَةَ جَمْعٍ قَبْلَ طُلُوعِ الْفَجْرِ فَقَدْ أَدْرَكَ الْحَجَّ أَيَّامُ مِنًى ثَلَاثَةٌ فَمَنْ تَعَجَّلَ فِي يَوْمَيْنِ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَأَخَّرَ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ (ت حم عد ك هق عن عبد الرحمن بن يعمر الديلمي)

″Hac Arafattır. Her kim bayram günü sabahı fecirden evvel Arafat’a kavuşacak olursa, hacca kavuşmuş olur. Mina günleri de üç gündür. Her kim iki günde acele edip dönerse, ona bir günah yoktur. Her kim de geri kalırsa, ona da bir günah yoktur.″[38]

Bu Hadis-i Şerif’te; Mina günlerinde şeytanı taşlamak, üç gün diye geçmektedir. Buradan anlaşılan, bayramın birinci günü sayılmamaktadır. Bu sebeple Âyet-i Kerîme’de ve bu Hadis-i Şerif’te geçen ikinci gününden maksat; bayramın üçüncü, Mina günlerinin ikinci günüdür. Bundan dolayı kişi, şeytanı üç gün taşladıktan sonra dönmesinde bir mahsur yoktur. Âyette, ″Kim de geri kalırsa, ona da günah yoktur″ diye geçtiği üzere şeytanı, Mina’nın üçüncü yani bayramın dördüncü gününde taşlanmasında da bir mahsur yoktur, demektir.

Yine bu Âyet-i Kerîme’de: ″Allah’u Teâlâ’yı sayılı günlerde tekbir ile zikredin″ diye buyrulmaktadır. Bu sayılı günler; Hanefi Mezhebi’ne göre Kurban Bayramı günleridir. Bayram günlerinde getirilen teşrik tekbirleri de Allah’u Teâlâ’yı zikretmektir. Bu şekilde zikretmek de vâciptir.

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَيَّامُ التَّشْرِيقِ أَيَّامُ أَكْلٍ وَشُرْبٍ وَذِكْرِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ (د حم عن نبيشة الهذلى)

″Teşrik günleri, yeme içme ve Allah’u Teâlâ’yı zikir günleridir.″[39]

Bu tekbirler, Hanefi Mezhebi’ne göre arefe günü sabah namazında başlar, bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla sona erer. Toplam 23 vakittir. Bu tekbirleri getirmek vâcip olduğundan, unutularak getirilmeyen tekbirlerin sonradan kazâ edilmesi gerekir. Tekbir şöyle getirilir:

- Allah’u Ekber Allah’u Ekber lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber Allah’u Ekber ve lillâhil hamd.


[1] el-Hidâye Tercümesi, c. 1, s. 321.

[2] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 194.

[3] Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 17; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3126.

[4] Sünen-i Tirmizî, Hac 2.

[5] Sünen-i Nesâî, Menâsik’ul-Hac 11.

[6] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c 1, s. 178.

[7] Muhassir Vâdisi, Hadis-i Şerif’te istisnâ edilmiştir. Bu hususta bakınız: Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11068.

[8] Şavt: Tavafta Hacer’ül-Esved’den başlayıp Hatim’in dışından Kâbe’nin etrafında bir tur atmaktır. Bu şekilde yedi şavt, bir tavaf olur.

[9] Bu konu hakkında ve diğer sünnet ve nâfileleri için daha geniş bilgi için, Hanefi Mezhebi’nin temel kaynaklarından olan; Mevkûfât, adlı eserin hac bölümüne; Tibyan Tefsiri’ndeki bu âyetin izahına ve Nîmet’ül-İslâm, 5/23’ye bakınız.

[10] Sûre-i Bakara, Âyet 196.

[11] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Bakara 26; Megâzi 35.

[12] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 252/14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 2721.

[13] Sahih-i Buhârî, Hac 4; Sahih-i Müslim, Hac 79 (438).

[14] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 201/12.

[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 5116; Râmûz’ul Ehâdîs, s. 62/8.

[16] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 192.

[17] Sahih-i Müslim, İtikaf 14 (93).

[18] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 65.

[19] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 11068; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 315/9.

[20] Sünen-i İbn-i Mâce, Menâsik 56.

[21] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Bakara 36.

[22] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 3, s. 201.

[23] Sünen-i Ebû Dâvud, Menâsik 51; Sünen-i Tirmizî, Hac 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23215; Kütüb-i Sitte, Hadis No: 1392.

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15971, 989; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 989, 6500.

[25] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 465; Sahih-i Müslim, Mesâcid 23 (122).

[26] Sünen-i Ebû Dâvud, Cenâiz 36-37; Beyhakî, Şuab’ul-Îman, Hadis No: 609; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1310.

[27] Taberânî, Mu’cem’ul Kebir, Hadis No: 126 15; Beyhakî, Şuab’ul Îman, Hadis No: 557.

[28] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16499; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 1798; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 7017. Taberânî’nin naklinde; ″Resûlü Ekrem ve Ashâbı, Sahâbe-i Kiram’dan birinin evinde iken bu zikrullah yapılmıştır″ diye geçmektedir.

[29] el-Câmi’ul-Ulûm ve’l-Hikem, 50/12; Ebû Nuaym, Hilye, c. 1, s. 40; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 44222.

[30] Sahih-i Müslim, Zikir 40. Ayrıca bakınız: Sünen-i Nesâî, Kudât 37.

[31] Bakınız: Eşrefoğlu Rûmî, Müzekk’in-Nüfus, s. 341.

[32] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Hz. Ali Efendimize öğretmiş olduğu bu zikir şekli ve usûlü, Hz. Ali Efendimizle başlayan ve elden ele inâbe yoluyla devam eden tarikat yoludur ve cehrîdir. Bu sebeple Kâdiri Târikatı’nın başlangıcı da, piri de Hz. Ali Efendimizdir.

Aynı şekilde Hz. Ali Efendimize öğrettiği gibi, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hz. Ebû Bekir Efendimize de hâfi zikir şeklini ve usulünü öğretmiştir. Bu da Hz. Ebû Bekir Efendimizle başlayan ve elden ele inâbe yoluyla devam eden tarikat yoludur ve hâfidir. Bu sebeple Nakşi Tarikatı’nın başlangıcı da, piri de Hz. Ebû Bekir Efendimizdir. Hâfi zikir ile ilgili de Sûre-i A’râf, Âyet 205 ve izahına bakınız.Yine tarikat hakkında Sûre-i Mâide, Âyet 48 ve izahına bakınız.

[33] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 20713; Sünen-i Tirmizî, Daavât 5.

[34] Sahih-i Müslim, Zikir 1 (4).

[35] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 74/13.

[36] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 15061; Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 16812; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 80/1.

[37] Sünen-i Tirmizî, Daavât 4.

[38] Sünen-i Tirmizî, Hac 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 18023.

[39] Sünen-i Ebû Dâvud, Dahâya 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19797.