BAKARA SÛRESİ

﴿ اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٢٧٥﴾

275. Fâiz yiyenler, (kabirlerinden) ancak cin[1] çarpmış gibi kalkarlar. Bu ise onların, ″Alışveriş de fâiz gibidir″ demeleri sebebiyledir. Halbuki Allah’u Teâlâ, alışverişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Rabbinin bu öğüdünden sonra, artık fâiz almaktan vazgeçenlerin, evvelce almış oldukları fâiz kendilerinden geri alınmaz. Onun hükmü Allah’a aittir. Fakat bu yasaktan sonra fâiz yemeye devam edenler, işte onlar, Cehennem ehlidirler ve orada ebedî kalacaklardır.

İzah: Yahudiler: ″Alışveriş de fâiz gibidir″ deyince, bu Âyet-i Kerîme nâzil olmuştur.

Alışveriş ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

يَا مَعْشَرَ التُّجَّارِ اِنَّ الْبَيْعَ يَحْضُرُهُ اللَّغْوُ وَالْحَلْفُ فَشُوبُوهُ بِالصَّدَقَةِ (د ه عن قيس بن أبي غرزة)

″Ey tüccarlar! Alışverişe devam edin. Alışverişte hile ve yeminler size söylemeye mecbur gibi görünür, bundan sakının ve sadakaya devam edin.″[2]

Alışveriş üç türlüdür: Murâbaha: Kâr ile satmaktır. Tevliye: Aldığın pahaya satmaktır. Vedîa: Noksanına satmaktır. Üçü de câizdir, helâldır.[3]

Fâiz hakkında da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اَلرِّبَا سَبْعُونَ حُوبًا أَيْسَرُهَا أَنْ يَنْكِحَ الرَّجُلُ أُمَّهُ (ه عن ابى هريرة)

″Fâiz, yetmiş çeşittir. Allah katında bunların en hafifi annesi ile zinâ eden gibidir.″[4]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا يُبَالِي الْمَرْءُ مَا أَخَذَ مِنْهُ أَمِنَ الْحَلَالِ أَمْ مِنْ الْحَرَامِ (خ ن عن ابى هريرة)

″İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi, aldığı (mal veya para) helâlden midir, yoksa haram­dan mıdır aldırmayacak.″[5]

İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَعَنَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ آكِلَ الرِّبَا وَمُؤْكِلَهُ وَشَاهِدَيْهِ وَكَاتِبَهُ (ت عن ابن مسعود)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, fâizi yiyene de yedirene de, şâhidine de, yazana da lânet etti.″[6]

﴿ يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ ﴿٢٧٦﴾

276. Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder. Sadakaları verilen malı da artırır. Allah’u Teâlâ, hiçbir kâfiri ve günahkârı sevmez.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de: ″Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder″ diye geçen ifade hakkında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا أَحَدٌ أَكْثَرَ مِنْ الرِّبَا إِلَّا كَانَ عَاقِبَةُ أَمْرِهِ إِلَى قِلَّةٍ (ه عبد اللّٰه بن مسعود)

″Sizden birinin fâiz ile malı çoğalsa dahi, sonunda eksilmeye mahkûmdur.″[7]

Âyet-i Kerîme’de: ″Sadakaları verilen malı da artırır diye geçen ifade hakkında da Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ يَقْبَلُ الصَّدَقَةَ وَيَأْخُذُهَا بِيَمِينِهِ فَيُرَبِّيهَا لِأَحَدِكُمْ كَمَا يُرَبِّي أَحَدُكُمْ مُهْرَهُ حَتَّى إِنَّ اللُّقْمَةَ لَتَصِيرُ مِثْلَ أُحُدٍ وَتَصْدِيقُ ذَلِكَ فِي كِتَابِ اللّٰهِ عَزَّ وَجَلَّ {أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللّٰهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ} وَ{يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ} (ت حم عن ابى هريرة)

″Allah’u Teâlâ, verilen sadakayı kabul eder. Onu sağ eliyle alır ve sizden birinizin tayını beslediği gibi onu büyütür. Öyle ki, bir lokma, Uhud Dağı gibi olur. Bunu, Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabında doğrulayan âyetler şunlardır: ″Onlar bilmezler mi ki, muhakkak Allah’u Teâlâ, kullarının tevbesini kabul eder ve sadakaları alır…″ diye devam eden Sûre-i Tevbe, Âyet 104 ve ″Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder. Sadakaları verilen malı da artırır…″ diye geçen Sûre-i Bakara, Âyet 276’dır.″[8]

﴿ اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٧٧﴾

277. Şüphesiz îman edenlerin, sâlih amellerde bulunanların, namazlarını kılanların ve zekâtlarını verenlerin Rableri katında mükâfatları vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

İzah: Allah’u Teâlâ, bu Âyet-i Kerîme’de olduğu gibi birçok âyette, namaz ile zekâtı birlikte zikretmiştir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللّٰهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلَّا بِحَقِّ الْإِسْلَامِ وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللّٰهِ (خ م عن ابن عمر)

″Onlar -Lâ ilâhe illallâh Muhammed’un Resûlullâh- deyinceye, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar, ben onlarla savaşmakla emrolundum. Onlar bu şeyleri yaptıkları sürece, kanlarını ve mallarını benden koru­muş olurlar. Ancak İslâm’ın getirdiği haklar müstesnâ. Onların her birinin hesabı Allah’a aittir.″[9]

Zekât’ın önemine dair Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

Hz. Ebû Bekir halife olunca, zekât vermek istemeyen kimselerle savaş kararı alınca, Hz. Ömer sâdece zekât vermiyorlar diye onlarla savaşmaya karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir:

وَاللّٰهِ لَأُقَاتِلَنَّ مَنْ فَرَّقَ بَيْنَ الصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ فَإِنَّ الزَّكَاةَ حَقُّ الْمَالِ وَاللّٰهِ لَوْ مَنَعُونِي عَنَاقًا كَانُوا يُؤَدُّونَهَا إِلَى رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَقَاتَلْتُهُمْ عَلَى مَنْعِهَا قَالَ عُمَرُ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ فَوَاللّٰهِ مَا هُوَ إِلَّا أَنْ قَدْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَ أَبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُ الْحَقُّ (خ م عن ابى هريرة)

″Allah’a yemin olsun ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zîrâ zekât, malın hakkıdır. Vallâhi! Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım″ dedi. Hz. Ömer, sonradan demiştir ki: ″Allah’a yemin ederim! Anladım ki, Hz. Ebû Bekir’in bu görüşü, Allah’u Teâlâ’nın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış.″[10]

Zekât; camiye, Kur’ân Kursu’na, cemaatlere, tarikatlara, vakıf ve derneklere, yol, su ve okul gibi bütün halkın faydalandığı yerlere verilmez. Zekâtın verileceği yerler Sûre-i Tevbe, Âyet 60’ta şöyle geçmektedir:

″Sadakaların (zekâtın); ancak fakirlere, miskinlere, zekât toplamakla görevli olan memurlara, müellefe-i kulûba (kalbi İslâm’a yönelecek kişilere), kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihat edenlere ve yolda kalmış gariplere verilmesi Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah’u Teâlâ her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٢٧٨﴾ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ ﴿٢٧٩﴾

278-279. Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve Mü’min iseniz, fâizin geri kalanından vazgeçin.* Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu bilin. Eğer fâizden tevbe ederseniz, anaparalarınız size aittir. Böylece ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.

İzah: Bu âyetlerde zikredilen husus hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

أَلَا وَإِنَّ كُلَّ دَمٍ وَمَالٍ وَمَأْثَرَةٍ كَانَتْ فِي الْجَاهِلِيَّةِ تَحْتَ قَدَمِي هَذِهِ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَإِنَّ أَوَّلَ دَمٍ يُوضَعُ دَمُ رَبِيعَةَ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ كَانَ مُسْتَرْضِعًا فِي بَنِي لَيْثٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ أَلَا وَإِنَّ كُلَّ رِبًا كَانَ فِي الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ وَإِنَّ اللّٰهَ عَزَّ وَجَلَّ قَضَى أَنَّ أَوَّلَ رِبًا يُوضَعُ رِبَا الْعَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ لَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ (حم عن أبي حرّة الرّقاشيّ عن عمه)

″İyi bilin ki, câhiliye devrine ait bütün çirkin işler ayaklarımın altında ve kaldırılmıştır. Câhiliye devrinde güdülen bütün kan dâvâları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı da bize ait kan dâvâlarından İbn-i Rebîa b. Hâris b. Abdulmuttalib’in (Çocuğu için sütannesi aramakta iken Hüzeyl’in haksız yere öldürdüğü amcamın oğlunun) kan dâvâsıdır. Câhiliye fâizleri de kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk fâiz, (amcam) Abbas b. Abdulmuttalib’in fâiz alacağıdır. Artık tüm fâizler kaldırılmıştır. Fakat anaparalarınız size aittir, sizin hakkınızdır. Ne bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmedin, ne de hakkınızdan aşağı alıp mazlum durumuna düşün![11]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

أَتَيْتُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِي عَلَى قَوْمٍ بُطُونُهُمْ كَالْبُيُوتِ فِيهَا الْحَيَّاتُ تُرَى مِنْ خَارِجِ بُطُونِهِمْ فَقُلْتُ مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرَائِيلُ قَالَ هَؤُلَاءِ أَكَلَةُ الرِّبَا (ه عن ابى هريرة)

Ben, Mîraç Gecesi’nde karınları evler kadar büyük olan bir topluluğun yanına vardım. Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünü­yordu. Dedim ki: ″Yâ Cebrâil! Bunlar kimdir?″ Dedi ki: ″Bunlar, fâiz yiyenlerdir.″[12]


[1] Âyetin metninde, şeytanlar diye bir ifade kullanılmakta ve bu ifadeyle cin kastedilmektedir. Nitekim cin için şeytan ifadesi, bâzen de şeytan için cin ifadesi kullanılmaktadır. Bu hususta Sûre-i En’âm, Âyet 128, Sûre-i Hicr, Âyet 27 ve izahlarına bakınız.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû 1; Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 3.

[3] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât c. 2, s. 28.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 58; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4718.

[5] Sahih-i Buhârî, Buyû 7; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4532.

[6] Sünen-i Tirmizî, Buyû 2; Sahih-i Müslim, Musâkat 19 (106).

[7] Sünen-i İbn-i Mâce, Tahâre 58.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 9707; Sünen-i Tirmizî, Zekât 28.

[9] Sahih-i Buhârî, Îman 15; Sahih-i Müslim, Îman 8 (34).

[10] Sahih-i Buhârî, İ’tisam 2, Zekât 1, İstitabe 3; Sahih-i Müslim, Îman 32 (20).

[11] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19774; Sahih-i Müslim, Hac 19 (147).

[12] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 58.