TEVBE SÛRESİ

﴿ قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ۟ ﴿٢٩﴾

29. Ey Mü’minler! Ehl-i Kitap’tan, Allah’a ve âhiret gününe îman etmeyen, Allah ve Resûlünün haram kıldığı şeyleri haram tanımayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, onlar zelil olarak kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.

İzah: Müfessirler, bu Âyet-i Kerîme’nin, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, Rumlarla savaşmasını emretmek üzere indiğini ve bundan sonra Peygamberimizin Rumlara karşı Tebuk Seferi’ne çıktığını söylemişlerdir. Bu sefer hakkında geniş bilgi için Sûre-i Tevbe, Âyet 38-39’un izahına bakınız.

Ehl-i Kitap, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e îman etmedikleri takdirde, aslâ îman etmiş sayılmazlar. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِى نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَا يَسْمَعُ بِى أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ وَلَا نَصْرَانِيٌّ ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ اِلَّا كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ (م عن ابى هريرة)

″Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan Allah’a yemin ederim ki, her kim Yahudi olsun, Hristiyan olsun beni işitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa, mutlaka Cehennem ehlinden olacaktır.″[1]

İslâm’dan başka Allah katında geçerli hiçbir din yoktur. Bu hususta Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 19’da Allah’u Teâlâ: Şüphesiz ki, Allah katında tek din İslâm’dır. Bu hakikati bilen Ehl-i Kitab’ın ihtilaf etmeleri ise, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki hasetten dolayıdır. Allah’ın âyetlerini kim inkâr ederse, şüphesiz Allah’u Teâlâ, hesabı çabuk görendir″ diye buyurmaktadır.

Ayrıca Sûre-i Tevbe, Âyet 29’da: ″Allah ve Resûlünün haram kıldığı şeyleri haram tanımayan…″ diye geçen ifadeden, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in de Allah’ın haram kıldığı gibi kendisinin de haram kılma yetkisinin olduğunu göstermektedir. Nitekim yırtıcı hayvanların ve evcil olan eşeklerin etleri gibi bâzı şeyler, Kur’ân’da geçmediği halde bizzat Peygamberimiz tarafından haram kılınmıştır.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ أَلا يُوشِكُ شَبْعَانٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ، وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ. أَلَا لَا يَحِلُّ لَكُمُ الْحِمَارُ الأَهْلِيُّ وَلَا كُلُّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَلَا لُقَطَةُ مُعَاهَدٍ إِلا أَنْ يَسْتَغْنِيَ عَنْهَا صَاحِبُهَا وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فَعَلَيْهِمْ أَنْ يَقْرُوهُ. فَإِنْ لَمْ يَقْرُوهُ فَلَهُ أَنْ يُعْقِبَهُمْ بِمِثْلِ قِرَاهُ. (د طب عن المقدام بن معدي كرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[2] ″Haberiniz olsun! Sizin için evcil olan eşek eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanların eti size helâl değildir. Bir muâhidin (kendisiyle barış ortamında olunan ve İslâm Dîni’nin haricinde olan kimselerin) yitiği size helâl olmaz. Ancak sahibi ona ihtiyaç duymayıp helâl ederse müstesnâ.″[3]

Câbir Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَعْنِي يَوْمَ خَيْبَرَ الْحُمُرَ الْإِنْسِيَّةَ وَلُحُومَ الْبِغَالِ وَكُلَّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَذِي مِخْلَبٍ مِنَ الطَّيْرِ (م ه ت عن جابر)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, Hayber Günü evcil eşekleri ve katır etlerinin, yırtıcı kuşların ve yırtıcı hayvanların etlerinin yenilmesini haram kıldı.″[4]

Yine âyette geçen cizye’den maksat da, gayr-i müslimlerin, hayat ve hürriyetlerinin korunması karşılı­ğında, içinde yaşadıkları İslâm Devleti’ne vermek zorunda oldukları vergidir.

﴿ وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٧١﴾

71. Mü’min erkekler ve Mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleridir. Onlar iyiliği emredip kötülükten nehyederler, namaz kılarlar, zekât verirler, Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah’u Teâlâ rahmet edecektir. Şüphesiz Allah’u Teâlâ her şeye gâliptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

İzah: Mü’minlerin birbirlerine olan bağlılıkları hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

تَرَى الْمُؤْمِنِينَ فِي تَرَاحُمِهِمْ وَتَوَادِّهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى عُضْوًا تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ جَسَدِهِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّى (خ عن النعمان بن بشير)

″Mü’minler, birbirlerini kollamada birbirlerini sevmede ve birbirlerine karşı merhametli olmada tek bir vücut gibidirler. Vücudun organlarından biri hasta olduğunda, diğer organlar da uykusuzlukta ve acıda ona ortak olurlar.″[5]


[1] Sahih-i Müslim, Îman 70 (240 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 8255.

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[3] Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3920, 3921, 6216.

[4] Sünen-i Tirmizî, Et’ime 3; Sünen-i İbn-i Mâce, Zebâih 13.

[5] Sahih-i Buhârî, Edeb 27.