ENFÂL SÛRESİ

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ ﴿٢٠﴾ وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿٢١﴾

20-21. Ey îman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Dâvetini işittiği­niz halde, Peygamberden yüz çevirmeyin.* Sakın, dinlemedikleri halde ″Dinledik″ diyenler gibi olmayın.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de geçtiği gibi, birçok Âyet-i Kerîme’de: ″Allah’a ve Resûlüne itaat edilmesi″ gerektiği emredilmektedir.

″Allah’a itaat edin″ buyruğu, Kur’ân ile amel etmektir. ″Resûlüne itaat edin″ buyruğu da, Sünnet-i Resûlullah ile amel etmektir. Ancak bu şekilde olursa Allah’a ve Resûlüne itaat edilmiş olur. Bir kimse Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetini kabul edip, gücünün yettiği kadar da yapmaya çalışırsa, ibâdet hususunda her ne kadar noksanı da olsa, bu kimse Resûlü Ekrem Efendimize itaat etmiş olur. Ancak bir kimse ″Ben sâdece Kur’ân ile amel ederim, sünnete gerek yoktur″ diyerek Sünnet-i Resûlullah’ı hafife alarak inkar ederse, bu kimse Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e itaat etmemiş olur ve bu sebeple de küfre düşer.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب )

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[1]

Allah’u Teâlâ Sûre-i Necm, Âyet: 3-4’te de şöyle buyurmuştur:

O (Muhammed Aleyhisselâm), kendi hevâsından konuşmaz.* Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.″

Bu âyetlerde Hakk Teâlâ açıkça, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözlerinin ve uygulamalarının kendisinin rızâsından ayrı olmadığını beyan etmektedir.

Haram ve helâl olan şeylerin bir kısmı âyetle belirlenmiş, bir kısmı da bizzat Peygamberimiz tarafından belirlenmiştir.

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ أَلا يُوشِكُ شَبْعَانٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ، وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ. أَلَا لَا يَحِلُّ لَكُمُ الْحِمَارُ الأَهْلِيُّ وَلَا كُلُّ ذِي نَابٍ مِنَ السِّبَاعِ وَلَا لُقَطَةُ مُعَاهَدٍ إِلَّا أَنْ يَسْتَغْنِيَ عَنْهَا صَاحِبُهَا وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ فَعَلَيْهِمْ أَنْ يَقْرُوهُ. فَإِنْ لَمْ يَقْرُوهُ فَلَهُ أَنْ يُعْقِبَهُمْ بِمِثْلِ قِرَاهُ. (د طب عن المقدام بن معدي كرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[2] ″Haberiniz olsun! Sizin için evcil olan eşek eti helâl değildir. Yırtıcı hayvanların eti size helâl değildir. Bir muâhidin (kendisiyle barış ortamında olunan ve İslâm Dîni’nin haricinde olan kimselerin) yitiği size helâl olmaz. Ancak sahibi ona ihtiyaç duymayıp helâl ederse müstesnâ.″[3]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

عَسَى أَحَدُكُمْ اَنْ يُكَذِّبَنِى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى فَيَقُولُ مَا قَالَ ذَا رَسُولُ اللّٰهِ دَعْ هَذَا وَهَاتِ مَا فِي الْقُرْآنِ (أبو نصر السجزى في الابانة وقال غريب عن جابر أبو نصر عن أبى سعيد(

″Sizden birinin koltuğuna dayanmış olduğu halde, beni yalanlayacağı beklenir. Şöyle ki, kendisine benden bir hadis ulaştığında, ″Resûlullah böyle bir şey söylemedi. Bunu bırak, Kur’ân’dakini bana getir″ der.″[4]

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٢٤﴾

24. Ey îman edenler! Resûl, kalplerinizi dîni hakikatler ile ihyâ için sizi dâvet ettiği vakit, Allah’a ve Resûle icâbet edin. Bilin ki, şüphesiz Allah’u Teâlâ, kişi ile kalbi arasına girer (kalbinize sizden daha yakındır). Ve muhakkak ki siz, O’nun huzurunda toplanacaksınız.

İzah: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e mutlak sûrette itaat edilmesi gerektiğine dair Ebû Said İbn’ul-Muallâ Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

كُنْتُ أُصَلِّي فِي الْمَسْجِدِ فَدَعَانِي رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَلَمْ أُجِبْهُ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنِّي كُنْتُ أُصَلِّي فَقَالَ أَلَمْ يَقُلْ اللّٰهُ {اسْتَجِيبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ} ثُمَّ قَالَ لِي لَأُعَلِّمَنَّكَ سُورَةً هِيَ أَعْظَمُ السُّوَرِ فِي الْقُرْآنِ قَبْلَ أَنْ تَخْرُجَ مِنَ الْمَسْجِدِ ثُمَّ أَخَذَ بِيَدِي فَلَمَّا أَرَادَ أَنْ يَخْرُجَ قُلْتُ لَهُ أَلَمْ تَقُلْ لَأُعَلِّمَنَّكَ سُورَةً هِيَ أَعْظَمُ سُورَةٍ فِي الْقُرْآنِ قَالَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ هِيَ السَّبْعُ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنُ الْعَظِيمُ الَّذِي أُوتِيتُهُ (خ د ن عن سعيد بن المعلى)

Ben, Mescid-i Nebevî’de (nâfile) namaz kılıyordum. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için icâbet edemedim. Sonra yanına gelerek: ″Yâ Resûlallah! Namaz kılıyordum″ dedim. Bana: ″Allah’u Teâlâ, kitabında: ″Ey îman edenler! Resûl, kalplerinizi dîni hakikatler ile ihyâ için sizi dâvet ettiği vakit, Allah’a ve Resûle icâbet edin…″[5] diye buyurmuyor mu?″ dedi ve sözüne şöyle devam etti: ″Mescitten çıkmazdan önce, sana Kur’ân-ı Kerîm’in en büyük sûresini öğreteyim mi?″ dedi ve elimden tuttu. Mescitten çıkacağı sırada ben: ″Yâ Resûlallah! Sana en büyük sûreyi öğreteceğim, dememiş miydiniz?″ dedim. Bunun üzerine bana: ″O sûre, Elhamdulillâhi Rabbi’l âlemîn’dir ki, Seb’ül-Mesânî’dir ve bana verilen Yüce Kur’ân’dır″ buyurdu.[6]

Yine bu âyetin devâmında geçtiği üzere Allah’u Teâlâ’nın, kulların kalplerinde olanı daha iyi bildiğine dair Sûre-i Kâf, Âyet 16’da da şöyle buyrulmuştur:

″Yemin olsun ki, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.″

﴿ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ ﴿٤٦﴾

46. Ey Mü’minler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Ve sabredin. Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ, sabredenlerle beraberdir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, Mü’minlere, savaşırken de Allah’a ve Resûlüne itaat etmele­rini, emirlerine uyup yasaklarından kaçınmalarını emretmektedir. Ancak böyle olurlarsa, Allah’ın yardımına nâil olup zafer kazanacakları bildirilmektedir. Nitekim Uhud’da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, yerleştirdiği elli okçuya: ″Savaşı kazansak da, kaybetsek de kesinlikle yerinizden ayrılmayacaksınız″ diye söylemesine rağmen, okçulardan büyük bir çoğunluğu yerlerini bırakıp gittikleri için, kazanılmış olan Uhud Savaşı, maalesef Müslümanların aleyhine sonuçlanmıştır. İşte bu da sâdece emre itaatsizlikten dolayı olmuştur.

Ayrıca bu Âyet-i Kerîme’de Allah’u Teâlâ, Mü’minlere, birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiğini söylemektedir. Bu husus diğer âyetlerde de şöyle buyrulmuştur.

Sûre-i Hucurât, Âyet 10:

″Mü’minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’tan korkun ki, size merhamet edilsin.″

Sûre-i Âl-i İmrân, Âyet 103:

″Hepiniz Allah’ın ipine (İslâm Dîni’ne) sımsıkı sarılın. Fırkalara bölünerek haktan ayrılmayın...″

Sûre-i Enfâl, Âyet 73:

″Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar. Ey Mü’minler! Siz birbirinizi dost edinmezseniz, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat olur.″

Bu âyetlerde, Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmaları gerektiği emredilmektedir. Aksi halde korkacakları, güçlerinin azalacağı ve vakarlarının gidip Allah’ın yardımının olmayacağı beyan edilmektedir. Allah’u Teâlâ, bu sayılan olumsuzlukların olmaması için Müslümanlara, mutlak olarak husûmet, kin ve düşmanlık olmadan birlik beraberlik içinde olmaları gerektiğini beyan etmektedir.

Bu birliktelik, âyette geçtiği gibi Allah’a ve Resûlüne itaatle olur. Nitekim Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللّٰهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ (موطأ عن ابى هريرة)

″Size iki şey bırakıyorum ki, bunlara sarıldığınız sürece, aslâ dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, Allah’ın kitabı ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.″[7]

Ancak Kur’ân-ı Kerîme ve Hadis-i Şerif’lere tam olarak uyulduğunda bu birlik ve beraberlik sağlanır. İşte o zaman Müslümanlar güçlü, vakarlı olur ve Allah’ın yardımıyla düşmana korku salarlar. Aksi takdirde, Müslümanların birbirleriyle savaşmalarına, güçlerinin zayıflamasına, dünyâdaki kâfir devletlerine karşı kuvvet ve vakarlarının azalmasına neden olur.

Bu hususta Arfece Radiyallâhu anhu da şu Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i minberde hitap ederken gördüm. İnsanlara şöyle diyordu:

سَيَكُونُ بَعْدِي هَنَاتٌ وَهَنَاتٌ فَمَنْ رَأَيْتُمُوهُ فَارَقَ الْجَمَاعَةَ أَوْ يُرِيدُ يُفَرِّقُ أَمْرَ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَائِنًا مَنْ كَانَ فَاقْتُلُوهُ فَإِنَّ يَدَ اللّٰهِ عَلَى الْجَمَاعَةِ فَإِنَّ الشَّيْطَانَ مَعَ مَنْ فَارَقَ الْجَمَاعَةَ يَرْكُضُ (ن حب عن عرفجة)

″Benden sonra şerler ve fesatlar olacak. Her kim birlik içinde olan bu ümmetin arasında tefrika çıkarmak isterse veya Muhammed Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetinin düzenini bozmak isterse, onu gördüğünüzde, kim olursa olsun öldürün. Zîrâ Allah’ın eli, Ehl-i Sünnet toplumu üzerindedir. Şeytan ise, bu Ehl-i Sünnet topluluğundan ayrılıp tefrika çıkaranlarla beraber koşar.″[8]


[1] Sahih-i Buhârî, Nikah 1; Sahih-i Müslim, Nikah 1 (5).

[2] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[3] Rudâni, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 3920, 3921, 6216.

[4] Râmûz’ul-Ehâdîs, 315/10; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 983.

[5] Sûre-i Enfâl, Âyet 24.

[6] Sahih-i Buhârî, Tefsir-i Fâtiha 1; Sünen-i Nesâî, İftitah 26; Sünen-i Ebû Dâvud, Vitir 15.

[7] İmam Mâlik, Muvatta, Kitab’ul-Kader 3.

[8] Sünen-i Nesâî, Tahrim 6.