NİSÂ SÛRESİ

﴿ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ ﴿١٣﴾ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ ﴿١٤﴾

13-14. İşte (mîras hakkındaki) bu ahkâm, Allah’ın hudûdudur. Her kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, Allah’u Teâlâ onu altlarından nehirler akan Cennetlere girdirir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.* Her kim de Allah’a ve Resûlüne isyan edip hudûdu ahkâmını çiğnerse, Allah’u Teâlâ onu Cehenneme girdirir. Onlar da orada ebedî kalacaklardır. Ve onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.

İzah: Vasiyette adâletli olmak gerektiğine dâir Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الرَّجُلَ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْخَيْرِ سَبْعِينَ سَنَةً فَإِذَا أَوْصَى حَافَ فِي وَصِيَّتِهِ فَيُخْتَمُ لَهُ بِشَرِّ عَمَلِهِ فَيَدْخُلُ النَّارَ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الشَّرِّ سَبْعِينَ سَنَةً فَيَعْدِلُ فِي وَصِيَّتِهِ فَيُخْتَمُ لَهُ بِخَيْرِ عَمَلِهِ فَيَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَالَ ثُمَّ يَقُولُ أَبُو هُرَيْرَةَ وَاقْرَءُوا إِنْ شِئْتُمْ {تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ إِلَى قَوْلِهِ عَذَابٌ مُهِينٌ} (حم عن ابى هريرة)

″Bir adam yetmiş sene hayır ehlinin işlediği amelleri işler de vasiyette bulunduğunda vasiyetinde adâletten saparsa, amel defteri bu kötü ameli ile kapatılır ve Cehenneme girer. Bir adam da yetmiş sene kötülük ehlinin yaptığı amelleri yapar da vasiyetinde adâletten ayrılmazsa, amel defteri hayırla kapanır ve Cennete girer.″ Sonra Ebû Hüreyre Radiyallâhu anhu: ″Dilerseniz, Sûre-i Nisâ, Âyet 13-14’ü okuyun″ buyurdu.[1]

Bu Hadis-i Şerif’te, vasiyette bulunan kişinin, vasiyette bilerek Allah’ın emrine karşı gelip adâletten ayrılma durumu örnek olarak verilmiştir. Âyet-i Kerîme’de mîras emriyle ilgili olarak Allah’u Teâlâ: ″Her kim de Allah’a ve Resûlüne isyan edip hudûdu ahkâmını çiğnerse, Allah’u Teâlâ onu Cehenneme girdirir…″ diye buyurduğu için bu hüküm, vasiyeti yerine getirme hususunda ve mîras taksiminde, Allah’ın hudûdu ahkâmını çiğneyerek Allah’ın emrine karşı gelen herkes için geçerlidir.

Allah’ın hudûdu ahkâmını aşmadan vasiyeti yerine getiren ve mîras taksimini haksızlık yapmadan paylaşan kişiler için de, günahkâr da olsalar, bunların günahlarının affedilip Cennete girecekleri vaad edilmiştir.

﴿ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟ ﴿٥٩﴾

59. Ey îman edenler! Allah’a itaat edin ve Resûle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız, ihtilaf ettiğiniz herhangi bir meselede Allah’ın kitabına ve Resûlün sünnetine mürâcaat edin. Bu, sizin için hayırlı ve netice itibariyle daha güzeldir.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

نَحْنُ الْآخِرُونَ السَّابِقُونَ مَنْ أَطَاعَنِي فَقَدْ أَطَاعَ اللّٰهَ وَمَنْ عَصَانِي فَقَدْ عَصَى اللّٰهَ وَمَنْ يُطِعْ الْأَمِيرَ فَقَدْ أَطَاعَنِي وَمَنْ يَعْصِ الْأَمِيرَ فَقَدْ عَصَانِي وَإِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ فَإِنْ أَمَرَ بِتَقْوَى اللّٰهِ وَعَدَلَ فَإِنَّ لَهُ بِذَلِكَ أَجْرًا وَإِنْ قَالَ بِغَيْرِهِ فَإِنَّ عَلَيْهِ مِنْهُ (خ عن ابى هريرة)

″Biz Müslümanlar, (Ehl-i Kitab’a nazaran) sonra gelmiş bulunuyoruz. Fakat mahşer gününde faziletçe en ileride bulunacağız. Her kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Her kim emîre itaat ederse bana itaat etmiş olur. Her kim emîre isyan ederse, bana isyan etmiş olur. İyi bilinmelidir ki devlet reisi, millet için bir siperdir. Onun önünde ve kumandasında harp olunur. Onunla düşmandan korunulur. Eğer o, millete takvâ ile emreder ve adâletle hükmederse, bu uygulamasıyla sevap kazanır. Eğer takvâ ve adâlet ile hükmetmez ise, bundan hâsıl olan günah ona döner.″[2]

Yine Âyet-i Kerîme’de: Eğer Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız, ihtilaf ettiğiniz herhangi bir meselede Allah’ın kitabına ve Resûlün sünnetine mürâcaat edin″ diye buyrulmaktadır. Yani, eğer siz, Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsanız, ihtilaf ettiğiniz herhangi bir meselede Allah’ın kitabına ve onun açıklaması olan Resûlünün sünnetine mürâcaat edin, demektir. Bu sebeple bir Müslüman, dînî bir konuda ihtilafa düşerse, öncelikle Allah’ın kitâbı olan Kur’ân’da ve Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetinde onu aramalıdır. Bizim dînimizin en temel kaynağı bunlardır. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer bu iki kaynakta da bulunamazsa, ancak o zaman İcmâ-i Ümmete ve Kıyas-ı Fukaha’ya bakılır.

Sünnetin önemi hakkında Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا هَلْ عَسَى رَجُلٌ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ فَيَقُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللّٰهِ فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَلَالًا اسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَرَامًا حَرَّمْنَاهُ وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيِهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ (د ت ه عن المقدام بن معديكرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[3]

Yine Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللّٰهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ (موطأ عن ابى هريرة)

″Size iki şey bırakıyorum ki, bunlara sarıldığınız sürece, aslâ dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, Allah’ın kitabı ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.″[4]

﴿ وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَح۪يمًا ﴿٦٤﴾

64. Biz gönderdiğimiz Peygamberleri, Allah’ın izniyle emirlerine ve hükümlerine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dileseydi, elbette Allah’u Teâlâ’yı, tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulurlardı.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme hakkında bir grup âlim,Utbe Radiyallâhu anhu’dan şu meşhur hâdiseyi naklederler:

Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri yanında oturuyordum. Bir bedevî gelerek: ″Selâm sana Yâ Resûlallah! Allah’u Teâlâ’nın: ″… Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip, Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resûl de onlar için Allah’tan bağışlanma dileseydi, elbette Allah’u Teâlâ’yı, tevbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulurlardı[5] diye buyurduğunu işittim. İşte günahlarımın bağışlanmasını dileyerek ve Rabbime benim hakkımda şefaatte bulunmanı isteyerek sana geldim″ dedi ve şu kasideyi söyledi:

يَا خَيْرَ مَنْ دُفِنَتْ بِالْقَاعِ أَعْظُمُهُ ... فَطَابَ مِنْ طَيْبِهِنَّ الْقَاعُ وَالْأكَمُ

نَفْسِي الْفِدَاءُ لِقَبْرٍ أَنْتَ سَاكِنُهُ ... فِيهِ الْعَفَافُ وَفِيهِ الْجُودُ وَالْكَرَمُ

- Ey yeryüzündeki efendilerin en hayırlısı ve en büyüğü! Onların güzel kokularıyla yeryüzünün alçak ve yüksek yerleri hep güzelleşmiştir. Senin bulunduğun kabre benim nefsim fedâ olsun. Orada iffet, orada cömertlik ve şeref vardır.

Sonra bedevî ayrılıp gitti ve bana bir uyku hâli geldi. Rüyâmda Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm. Şöyle buyurdu: ″Ey Utbe! Bedevîye var ve Allah’u Teâlâ’nın kendisini bağışladığını ona müjdele.″[6]

Yine bu hususta Enes Radiyallâhu anhu‘dan nakledilmiştir ki:

Hz. İmam Ali‘nin annesi Hz. Fâtıma Bint-i Esed vefât ettiğinde, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bu Muşâr‘un İleyhâ‘nın naaşını bizzat kabre indirip buyurdu ki:

اغْفِرْ لأُمِّى فَاطِمَةَ بنتِ أَسَدٍ ولَقِّنْهَا حُجَّتَها وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِى فَاِنَّكَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ. (طب عن انس بن مالك)

″Ey Allah’ım! Senin Nebîn ve önceki Peygamberlerin hakkı için annem Fâtıma Bint-i Esed’i bağışla ve girdiği yeri kendine genişlet. Muhakkak ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.″[7]

﴿ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ ﴿٦٩﴾ ذٰلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ عَل۪يمًا۟ ﴿٧٠﴾

69-70. Her kim Allah’a ve Resûle itaat ederse, işte onlar Allah’u Teâlâ’nın, kendilerine nîmet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihler ile beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.* Bu, Allah’u Teâlâ’dan bir lütuftur. Her şeyi bilen olarak Allah yeter.

İzah: Sûre-i Nisâ, Âyet 69’un nüzul sebebine dair İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Ashâb-ı Kirâm’dan bir adam, (bir rivâyete göre de Resûlü Ekrem’in kölelikten azat ettiği Sevban Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’i çok sever ve ondan bir an bile ayrı kalmaya tahammül edemezdi. Bir gün o, yüzü kül gibi olduğu halde Resûlü Ekrem’e geldi. Peygamber Efendimiz: ″Hasta mısın?″ diye sorunca, o zât: ″Hayır″ dedi ve konuşmasına şöyle devam etti:

يَا رَسُولَ اللّٰهِ اِنِّى لأُحِبُّكَ حَتَّى اِنِّى لأَذْكُرُكَ فَلَوْلا أَنِّى أَجِيءُ فَأَنْظُرُ اِلَيْكَ ظَنَنْتُ أَنَّ نَفْسِى تَخْرُجُ فَأَذْكُرُ أَنِّى اِنْ دَخَلْتُ الْجَنَّةَ صِرْتُ دُونَكَ فِى الْمَنْزِلَةِ فَشَقَّ ذَلِكَ عَلَيَّ وَأُحِبُّ أَنْ أَكُونَ مَعَكَ فِى الدَّرَجَةِ فَلَمْ يَرُدَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ شَيْئًا فَأَنْزَلَ اللّٰهُ عَزَّ وَجَلَّ: "وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ [النساء آية 69] فَدَعَاهُ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَتَلاهَا عَلَيْهِ. (طب عن ابن عباس)

″Yâ Resûlallah! Şüphesiz ki sen bana, elbette canımdan daha sevgilisin. Şüphesiz ki sen bana, elbette çocuklarımdan daha sevgilisin. Şüphesiz ki ben, elbette evde seni düşünüyorum da sabredemiyorum. Tâ ki geliyorum da sana bakıyorum. Ölümümü ve ölümünü hatırladığımda anladım ki, sen Cennete girdiğinde Peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacaksın. Ben de Cennete girmem hâlinde seni göremeyeceğimden korktum. Resûlulah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir cevap vermedi. Nihâyet Cebrâil Aleyhisselâm ona şu âyeti indirdi: Her kim Allah’a ve Resûle itaat ederse, işte onlar Allah’u Teâlâ’nın, kendilerine nîmet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihler ile beraber-dirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.[8] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, o zâtı çağırdı ve inen bu Âyet-i Kerîme’yi ona okudu.[9]

Hadis-i Şerif’te geçen sevgi, tek taraflı olan bir sevgi değildir. Sevgi her iki taraflı olursa, işte o zaman Hadis-i Şerif’teki müjdeye nâil olunur. Ashâb-ı Kirâm, Allah’u Teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine itaat ederlerdi. Peygamber Efendimiz de bu sebeple onlara karşı sevgi ve muhabbet duyardı. Bu nedenle onlara Ashab denilmiştir. Ashab ifadesi de, dost ve arkadaş anlamına gelmektedir.

Yine bu Âyet-i Kerîme ile ilgili olarak şu hâdise de anlatılmuştır:

أَنَّ أَصْحَابَ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالُوا: قَدْ عَلِمْنَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَهُ فَضْلٌ عَلَى مَنْ آمَنَ بِهِ فِي دَرَجَاتِ الْجَنَّةِ مِمَّنْ تَبِعَهُ وَصَدَّقَهُ، فَكَيْفَ لَهُمْ إِذَا اجْتَمَعُوا فِي الْجَنَّةِ أَنْ يَرَى بَعْضُهُمْ بَعْضًا؟ فَأَنْزَلَ اللّٰهُ هَذِهِ الْآيَةَ فِي ذَلِكَ. فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ الْأَعْلَيْنَ يَنْحَدِرُونَ إِلَى مَنْ هُوَ أَسْفَلَ مِنْهُمْ، فَيَجْتَمِعُونَ فِي رِيَاضِهَا، فَيَذْكُرُونَ مَا أَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَيُثْنُونَ عَلَيْهِ (ابن جرير عن الربيع)

″Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in Ashâbı: ″Resûlulah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisine îman ve tasdik edenlerden derece bakımından daha üstün olduğunu biliyoruz. Cennette farklı derecelerde bulunanlar birbirlerini nasıl görecekler?″ dediler. Allah’u Teâlâ da bu konuda ″Her kim Allah’a ve Resûle itaat ederse, işte onlar Allah’u Teâlâ’nın, kendilerine nîmet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlihler ile beraberdirler…″[10] diye geçen âyeti indirdi. Sonrasında Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Cennette yüksek derecede bulunanlar, kendilerinden daha alt derecede bulunanların yanına inip Cennet bahçelerinde biraraya gelirler. Burada Allah’u Teâlâ’nın kendilerine verdiği nîmetleri zikredip onu överler″ buyurdu.[11]

Abdullah b. Hişam Radiyallâhu anhu da, şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

Biz, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Hz. Ömer’in elini tutmuştu. Hz. Ömer:Yâ Resûlallah! Yemin ederim ki, ben seni kendi canım hâriç, her şeyden daha çok seviyorum″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا وَالَّذِي نَفْسِى بِيَدِهِ حَتَّى أَكُونَ أَحَبَّ اِلَيْكَ مِنْ نَفْسِكَ فَقَالَ لَهُ عُمَرُ فَاِنَّهُ الْآنَ وَاللّٰهِ لَأَنْتَ أَحَبُّ اِلَيَّ مِنْ نَفْسِى فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْآنَ يَا عُمَرُ. (خ عن عبد اللّٰه بن هشام)

″Hayır! Canımı kudret elinde tutan Al­lah’a yemin ederim ki, beni nefsinden daha çok sevmedikçe hakkıyla îman etmiş olmazsın.″ Bunun üzerine Hz. Ömer: ″Vallâhi! Şu andan itibaren seni kendi canımdan daha çok seviyorum″ deyince, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″İşte şimdi oldu Yâ Ömer!″ buyurdu.[12]

Enes Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de, şöyle buyrulmuştur:

Bir adam, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek, ″Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopacaktır?″ diye sordu. Peygamberimiz, namaza kalktı ve namazını bitirince: ″Kıyâmetin kopmasını soran kimse nerededir?″ buyurdu. Adam: ″Benim Yâ Resûlallah!″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Kıyâmet için ne hazırladın?″ buyurdu. Adam: ″Kıyâmet için (nâfile olarak) fazla namaz ve oruç hazırlayamadım. Fakat ben, Allah’ı ve Resûlünü seviyorum″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ وَأَنْتَ مَعَ مَنْ أَحْبَبْتَ فَمَا رَأَيْتُ فَرِحَ الْمُسْلِمُونَ بَعْدَ الْإِسْلَامِ فَرَحَهُمْ بِهَذَا. (م د ت عن انس)

″Kişi sevdiğiyle beraberdir, sen de sevdiğinle beraber olacaksın.″ Enes Radiyallâhu anhu der ki: ″Müslümanların, Müslüman olmaları dışında bu söze sevindikleri kadar, başka bir şeye sevindiklerini görmedim.″[13]

Kaynakların ittifakla belirttiğine gö­re, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetlerine tam olarak uyma konusunda, Ashâb-ı Kirâm içinde İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ’nın ayrı bir yeri vardır.

″İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’i canından daha çok severdi. Onu zikrettiğinde gözlerinden yaşlar boşanırdı. Hac için Mekke’ye gittiğinde, Resûlü Ekrem’in bulunduğu yerlere uğradıkça, ona ait hatıralarını düşünür, Resûlullah Efendimizin bulunduğu yerlere ellerini sürer, gözleri yaşla dolardı. Mescid-i Nebevî’ye gider, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in minberinin yanına yaklaşır, ayak bastığı ve oturduğu yere dokunarak ellerine, yüzüne sürerdi.″[14]

أَنَّ ابْنَ عُمَرَ ، كَانَ يَأْتِي شَجَرَةً بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ فَيَنْزِلُ تَحْتَهَا وَيَزْعُمُ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَأْتِيهَا (طب عن نافع)

″İbn-i Ömer Radiyallâhu anhumâ, Mekke ile Medîne arasında bulunan bir ağacın yanına gelerek altında dinlenir ve Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in de böyle yaptığını söylerdi.″[15]

Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مِنْ أَشَدِّ أُمَّتِي لِي حُبًّا نَاسٌ يَكُونُونَ بَعْدِي يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ رَآنِي بِأَهْلِهِ وَمَالِهِ (م عن ابى هريرة)

″Ümmetim içinde beni en çok sevenlerin bir kısmı da, benden sonra gelenler arasından çıkacaktır. Onlar beni görebilmek için ehlini ve malını fedâ etmek isteyeceklerdir.″[16]

﴿ مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ ﴿٨٠﴾

80. Her kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de itaatten yüz çevirirse, Ey Resûlüm! Biz seni onların üzerine koruyucu olarak gönder­medik.

İzah: Bu Âyet-i Kerîme ile, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e itaat etmeyenin, Allah’u Teâlâ’ya da itaat etmemiş olacağı ve bu sebeple de küfre gireceği beyan edilmiştir.

Bu Âyet-i Kerîme nâzil olunca, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ أَحَبَّنِى فَقَدْ أَحَبَّ اللّٰهَ وَمَنْ أَطَاعَنِى فَقَدْ أَطَاعَ اللّٰهَ.

″Her kim beni severse, şüphesiz Allah’ı sevmiş olur. Her kim de bana itaat ederse, şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur.″[17]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

نَحْنُ الْآخِرُونَ السَّابِقُونَ مَنْ أَطَاعَنِي فَقَدْ أَطَاعَ اللّٰهَ وَمَنْ عَصَانِي فَقَدْ عَصَى اللّٰهَ (خ عن ابى هريرة)

″Biz Müslümanlar, (Ehl-i Kitab’a nazaran) sonra gelmiş bulunuyoruz. Fakat mahşer gününde faziletçe en ileride bulunacağız. Her kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir. Her kim de bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiştir...″[18]

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de şöyle buyurmuştur:

كُلُّ أُمَّتِى يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ أَبَى قَالُوا يَا رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَنْ يَأْبَى قَالَ مَنْ أَطَاعَنِى دَخَلَ الْجَنَّةَ وَمَنْ عَصَانِى فَقَدْ أَبَى (خ عن ابى هريرة)

″İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı Cennete girer.″ ″Yâ Resûlallah! Cennete girmeyi kim istemez ki?″ denilince, buyurdu ki: ″Bana itaat edenler Cennete girer, bana karşı gelenler Cenneti istememiş demektir.″[19]


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23623.

[2] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1240.

[3] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[4] İmam Mâlik, Muvatta, Kitab’ul-Kader 3.

[5] Sûre-i Nisâ, Âyet 64.

[6] İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim c. 2, s. 348.

[7] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20324.

[8] Sûre-i Nisâ, Âyet 69.

[9] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 12394; Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 510.

[10] Sûre-i Nisâ, Âyet 69.

[11] Celâleddin es-Suyûtî, ed-Dürr’ül-Mensûr, c. 4, s. 512.

[12] Sahih-i Buhârî, Eymen 3; Rudânî, Cem’ul Fevâid, Hadis No: 8363.

[13] Sünen-i Tirmizî, Zühd 36; Sünen-i Ebû Dâvûd, Edeb 113; Sahih-i Müslim, Birr 50 (161-165).

[14] İbn-i Hacer el-Askalanî, el-İsâbe Fî Temyiz’is-Sahâbe, c. 6, s. 290-302 (4856).

[15] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 489; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 157.

[16] Sahih-i Müslim, Cennet 4 (12).

[17] Tercüme-i Tefsir-i Tibyan, c.1 s. 375.

[18] Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, Hadis No: 1240.

[19] Sahih-i Buhârî, İ’tisâm 2. Riyaz’üs-Sâlihîn, Hadis No: 158.